Kategori: Genel

Real Estate Law In Turkey: What Buyers and Sellers Need to Know


Turkey is a popular destination for real estate investment, with a diverse range of properties available for both local and foreign buyers. However, like any real estate market, there are legal considerations that buyers and sellers need to be aware of when purchasing or selling property in Turkey. In this article, we’ll take a closer look at the legal framework for real estate transactions in Turkey, including property ownership, taxes, and legal disputes.

Property Ownership in Turkey

One of the key legal considerations for property buyers in Turkey is property ownership. In Turkey, there are two types of property ownership: freehold and leasehold. Freehold ownership is the most common type of ownership in Turkey, and grants the owner full ownership rights over the property, including the right to sell, lease, or transfer the property to another party.

Leasehold ownership, on the other hand, grants the owner a lease on the property for a specific period of time, after which the property reverts to the original owner. Leasehold ownership is less common in Turkey, and is typically used for commercial properties or properties with long-term rental agreements.

Foreign buyers are allowed to purchase freehold property in Turkey, but there are certain restrictions and requirements that they must comply with. For example, foreign buyers are required to obtain a military clearance certificate before purchasing property in Turkey, and are limited to purchasing a maximum of 30 hectares of land.

Taxes on Property Transactions in Turkey

In addition to property ownership, there are also taxes that buyers and sellers need to be aware of when purchasing or selling property in Turkey. The most common taxes on property transactions in Turkey include:

  1. Title deed fees: These are fees paid to the Land Registry Office when transferring ownership of a property. The fees are calculated based on the sale price of the property, and typically range from 3-4% of the sale price.
  2. Value-added tax (VAT): VAT is levied on the sale of new properties in Turkey, and is typically calculated at a rate of 18% of the sale price.
  3. Property tax: This is an annual tax paid on the value of the property, and is typically calculated at a rate of 0.1-0.3% of the property’s assessed value.
  4. Capital gains tax: This is a tax on the profit made from selling a property, and is typically calculated at a rate of 15-35% of the profit made from the sale.

Legal Disputes in Real Estate Transactions

Like any real estate market, there is always the potential for legal disputes to arise in real estate transactions in Turkey. Some of the most common legal disputes in real estate transactions in Turkey include:

  1. Contract disputes: These can arise when there is a disagreement between the buyer and seller over the terms of the purchase agreement, such as the purchase price or the date of completion.
  2. Title disputes: These can arise when there is a dispute over ownership of the property, such as when there are multiple claims to ownership or when the property has been illegally occupied.
  3. Construction disputes: These can arise when there is a dispute over the quality of the construction or when there are defects in the property that were not disclosed by the seller.
  4. Disputes over real estate agents: These can arise when there is a dispute over the commission paid to the real estate agent or when there is a disagreement over the role of the real estate agent in the transaction.

To minimize the risk of legal disputes in real estate transactions in Turkey, it is important for both buyers and sellers to work with experienced legal professionals who are familiar with the Turkish legal system and can help ensure that

Ortalama bir dava ne kadar sürmektedir, dava açmak ne kadar zaman alır?


İlk olarak dava açmaktan bahsetmek lazımdır. Dava açmak zaruriyeti hasıl olmuş ise yetkili mahkemeye dava dilekçesi, dava harca tabi ise harç ve gider avansının, harca tabi değil ise sadece gider avansının tahsil edilmesinden ardından dava açılabilmektedir. Dava açmanın süresi bu işlemleri gerçekleştirmek yeterli olmaktadır. Buna bağlı olarak dava dilekçesini yetkili ve görevli mahkemeye vermek dava şartı olmaktadır. Eğer böyle bir hata yapılır ve düzeltilmez ise dava hiç açılmamış sayılır. Bu netice ile dava ücreti de israf olabilmektedir.

Dava süreleri genel olarak çok kısa olmamakla birlikte dava çeşidi ve konusuna göre değişkenlik göstermektedir. Adalet bakanlığı Türkiye geneli görülen davaların ortalama süresini 209 gün olarak açıklamıştır. Dava konularını ayrı olarak ise tahmini ortalama günleri hesaplanmıştır. Bunlar;

İş Mahkemesi Davaları Ne Kadar Sürmektedir

İş mahkemelerinde kıdem tazminatı veya diğer işçilik alacağı davalarının, iş kazası nedeniyle tazminat davalarının, işe iade davalarının vb. uyuşmazlıkların çözümlendiği mahkemelerdir. Genel olarak bu davaların görülme süreleri 629 gün olarak hesaplanmaktadır. Yani 2020 de açılabilecek bir iş davası ortalama 2 yıl süre olarak tahmin edilmektedir.

Boşanma Davaları Ne Kadar Sürmektedir

Boşanma davalarının niteliğine göre farklılık göstermektedir. Bu boşanma davalarının çekişmeli veya anlaşmalı olmasından kaynaklanmaktadır. Anlaşmalı boşanma davaları genel olarak tek celsede sonuçlanabilmektedir. Yani bu ise duruşmanın 3 ay sonrası tarihe verilmesi ve tabii olan işlemlerin tamamlanması ile 4 ay olarak hesaplanmıştır. Çekişmeli boşanma davaları ise anlaşmalıya nazaran daha uzun sürmektedir. Bu ise genel olarak tahmini 2 yıl olarak hesaplanmıştır.

Tasarruf İptali Davaları Ne Kadar Sürmektedir

Bu davalar asliye hukuk mahkemelerinde görülmektedir. Asliye hukuk mahkemelerinde görülen davalar tahmini olarak 408 gün hesaplanmıştır. Buna bağlı olarak tasarrufun iptali davalarına yaklaşık 2 yıl gün gibi süreceği tahmin edilmektedir.

Tapu İptal Davası Ne kadar Sürmektedir

Asliye hukuk mahkemelerinde görülmekte olan tapu sicili davaları tahmini olarak 2020 yılında açılacak bir davada 2 yıl sürmektedir.

Anayasa Mahkemesi Davları Ne Kadar Sürmektedir

Anayasa mahkemesine 2018 yılında 74 bin civarı dosya geliyor ve bu dosyaların 34 bin civarı 2020 yılında karara bağlanmış oluyor. Bu şekilde düşündüğümüzde Anayasa mahkemesinde görülecek dosyanın tahmini olarak 2 yılda karara bağlanmasını öngörmekteyiz.

Bölge İdare Mahkemeleri Ne Kadar Sürmektedir

Bölge idare mahkemeleri her sene olan dava yoğunluğuna göre artmaktadır. 2018 yılında bu toplam 69 gün olarak hesaplanmıştır. Lakin bu 2020 yılında artan davalar neticesiyle 1 yıl olarak ön görülmektedir.
Genel olarak davaların uzamasını etkileyen sebepler:

  • Mahkemelerin her sene dava sayılarının artması sebebiyle artan iş yoğunlukları
  • Hâkimin yargılama süresindeki hızı
  • Mahkeme kalemlerindeki personellerin çalışma hızı ve disiplini
  • Bilirkişinin rapor düzenleme hızı ve hukuka uygun bir rapor düzenlemesi
  • Tebligatın usulüne uygun ve hızlı bir şekilde gerçekleşmemesi
  • Kurumları müzekkerelere cevap verme hızları
  • Duruşma tarihlerinde tanıkların hazır edilmiş olmamaları
  • Avukatın ara kararları ve duruşma takibini iyi yapamaması
  • Müvekkilin masrafları zamanında yatırmaması ve gerekli olan bilgileri zamanında vermemesi

HAKSIZ REKABET


Ticari hayatta rekabet, işletmelerin verimini artırır ve üretilen mal ve hizmetlerin kalitesini yükseltir. Bu yönüyle faydalı olan rekabetin, kötüye kullanılmaması ve dürüstlük kuralına uygun yapılması gerekir. Bunun önüne geçilebilmesi için ülkeler, rekabet özgürlüğünü sınırlandırma gereği hissetmişlerdir. İlk düzenleme rakiplerin korunması yönünden olsa da daha sonra rakiplerin yanında mesleki birliklerin ve tüketicilerin, kısacası toplumun ekonomik çıkarları göz önünde tutulmuştur. Türk hukukunda haksız rekabet hem TBK’ de hem de TTK’de düzenlenmiştir. Ayrıca hizmet ve mal piyasalarındaki rekabeti engelleyici, kısıtlayıcı anlaşmaları, kararları ve piyasaya hakim teşebbüslerin hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını engellemek amacıyla 1994 yılında 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun çıkartılmıştır.

TTK’DA HAKSIZ REKABET

TTK m.54/2 kapsamında, rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkiyi etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına aykırı davranışlar ile ticari uygulamaların haksız olduğundan bahsedilmiştir. Bu madde kapsamında dikkat edilecek husus, haksız rekabetten söz edilebilmesi için kusurun aranmayacağıdır. Kusur, yalnızca haksız rekabet sonucu açılacak davaların belirlenmesinde önemlidir.

I) BAŞLICA HAKSIZ REKABET HALLERİ(TTK 55)

TTK m.55’teki sayma sınırlayıcı nitelikte değildir. Bu maddede sayılan kategorilerden birinin içeriğine girdiği anlaşılan davranışın, doğrudan haksız rekabete yol açtığı kabul edilir. TTK m.55’de altı kategori içerisinde durumlar toplanmıştır:
a) Dürüstlük kuralına aykırı reklamlar ve satış yöntemleri ile diğer hukuka aykırı davranışlar
b) Sözleşmeyi ihlale veya sona erdirmeye yöneltmek
c) Başkalarının iş ürünlerinden yetkisiz yararlanma
d) Üretim ve iş sırlarını hukuka aykırı olarak ifşa etmek; özellikle, gizlice ve izinsiz olarak ele geçirdiği veya başkaca hukuka aykırı bir şekilde öğrendiği bilgileri ve üretenin iş sırlarını değerlendiren veya başkalarına bildiren dürüstlüğe aykırı davranmış olur.
e) İş şartlarına uymamak; özellikle kanun veya sözleşmeyle, rakiplere de yüklenmiş olan veya bir meslek dalında veya çevrede olağan olan iş şartlarına uymayanlar dürüstlüğe aykırı davranmış olur.
f) Dürüstlük kuralına aykırı işlem şartları kullanmak. Özellikle yanıltıcı bir şekilde diğer taraf aleyhine;
1. Doğrudan veya yorum yoluyla uygulanacak kanuni düzenlemeden önemli ölçüde ayrılan, veya
2. Sözleşmenin niteliğine önemli ölçüde aykırı haklar ve borçlar dağılımını öngören, önceden yazılmış genel işlem şartlarını kullananlar dürüstlüğe aykırı davranmış olur.

II) HAKSIZ REKABET SONUCU AÇILABİLECEK DAVALAR

a) Hukuki Sorumluluk
TTK m.56/1 ile haksız rekabet sebebiyle açılabilecek davalar belirtilmiştir. Ayrıca TTK m.61/1 kapsamında, haksız rekabet sebepli dava açma hakkına sahip kişinin mahkemeden mevcut durumunun korunması ile ilgili gerekli tedbirlerin alınmasını isteyebileceği gösterilmiştir. Bu durumda HMK kapsamında ihtiyati tedbir hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Haksız rekabet sonucu açılacak davalar Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin görev alanında değildir. Bu davalarda görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesi’dir.
1) Tespit Davası (TTK m.56/1-a) : Haksız rekabetin var olması durumunda açılacak ilk davadır. Tespit davasıyla davalının hareketinin haksız rekabete konu olup olmadığı incelenir ve karara bağlanır. Bu dava ile diğer davaların açılıp açılamayacağı konusunda ön bilgi oluşur. Failin kusurlu olup olmadığına bakılmaz.

2) Men Davası ( TTK m.56/1-b): Haksız rekabetin men’i davası ile devam eden veya tekrarlanma ihtimali bulunan rekabet halinin durdurulması istenir. Ortada davranışın tekrarlanma ihtimali bulunduğundan ya da halen devam ettiğinden dava zamanaşımı süresi yoktur. Bu davanın özelliği önleyici olmasıdır. Men davasında karar geçmişe ya da geleceğe etki etmez. Men davasında da tespit davasında olduğu gibi failin kusuru aranmaz.

3) Haksız Rekabetin Sonucu Olan Maddi Durumun Ortadan Kaldırılması(Ref) Davası ( TTK m.56/1-c) : Bu dava ile haksız rekabet yanıltıcı, yanlış veya haksız beyanlarla yapılmışsa, bu beyanların düzeltilmesi istenir. Örnek verilecek olursa, iltibasa sebep olan markayı içeren etiket, ticaret ve imalat sırlarını içeren formül ve belgelerin iadesi bu davayla istenir. Şayet tecavüzün önlenmesi durumu söz konusu değil ise, son çare olarak haksız rekabete konu mallar ve üretiminde kullanılan araçların imhası istenebilir. Kusur bulunması şart değildir.

4) Tazminat Davası (TTK m.56/1-d,e) : Tazminat davası, maddi ve manevi tazminat olmak üzere ikiye ayrılır. Haksız rekabet sonucunda uğranılan zararın tazmin edilebilmesi için açılacak tazminat davasında failin kusuru aranır. Tazminat davasında zararı ispat etme yükü kural olarak davacıdadır.(TBK 50/1) Ancak bu hüküm, uygulamada davacının uğramış olduğu zararı ispat etmesinin çok zor olduğunu, hakim tarafından takdir edilmesinin pek de tatminkar olmadığını ortaya koymuştur. Ayrıca yalnızca mağdurun zararının tazmin edilecek olması, zarar miktarını aşan haksız rekabet kazancından failin faydalanmasına da yol açar. Hakkaniyete sığmayan bu durumu önlemek için TTK m.56/1 ile “Davacı lehine ve (d) bendi hükmünce tazminat olarak hâkim, haksız rekabet sonucunda davalının elde etmesi mümkün görülen menfaatin karşılığına da karar verebilir.” hükmü getirilmiştir. Böylelikle davacı, haksız rekabet nedeniyle uğramış olduğu zararı ispat etme yükünden kurtarılmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken husus davacı , hem davalının elde etmesi mümkün görülen kazancın ödenmesini hem de yoksun kaldığı karın tazminini isteyemez; bu seçeneklerden yalnızca birini seçmek durumundadır.
Maddi tazminat davasının yanında TBK m.58’de belirtilen şartlar mevcutsa manevi tazminat da istenebilir.

III) ZAMANAŞIMI

Haksız rekabet sonucu açılan davalarda, davaya hakkı olan taraf bu hakkın doğumunu öğrendiği tarihten itibaren bir ve her halde bunların doğumundan itibaren üç yıl içinde açılmalıdır. Ancak TTK m.60/1 kapsamında haksız rekabeti oluşturan eylem, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre daha uzun zamanaşımı süresine tabi bir suç meydana getirmişse, ceza zamanaşımı süresi hukuk davaları için de geçerli olur. Haksız Rekabetin Men’i davasında zamanaşımından bahsedilemez. Zamanaşımı, haksız rekabet teşkil eden davranış tekrarlandıkça kesilir ve yeniden başlar. Haksız rekabeti oluşturan eylemin başlangıç tarihinden uzun süre sonra dava açılması, TMK m.2 kapsamında dürüstlük kuralına aykırılık teşkil eder ve davanın reddini gerektirir.
b) Cezai Sorumluluk
TTK m.62/1 ile hangi haksız rekabet fillerinin ceza gerektireceği belirtilmiştir. Cezai takibata, şayet fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmamışsa, TTK ‘nin 56.maddesine binaen hukuk davasını açma hakkına sahip olanlardan birinin şikayeti üzerine başlanır. Tüzel kişilerde haksız rekabet eylemi iş görme sırasında meydana gelirse, cezai sorumluluk, tüzel kişi adına hareket eden veya etmesi lazım gelen ortaklar veya organ üyeleri hakkında uygulanacaktır. (TTK m. 63/1) Haksız rekabet fiili, tüzel kişilerin faaliyeti çerçevesinde işlenmişse, tüze kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine de karar verilmesi söz konusudur.
IV) Hükmün Başka Bir Kişi Hakkında İcra Olunması
TTK m.56/4 gereğince hukuka aykırı maddi durumun ortadan kaldırılması ve men davaları sonucunda failin aleyhine verilecek hüküm, haksız rekabete konu olan malları, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde failden ticari amaçla elde etmiş olan kişiler hakkında da icra olunur. Haksız rekabet sonucu mağdur olan kişinin haklarını tam anlamıyla korumak amacıyla kabul edilen bu düzenlemenin, hükmün kesinleşmesinin davada taraf olmayan kimseler hakkında icra edilemeyeceği, uygulama alanı bulmayacağı yönündeki icra hukuku ve usul ilkesine ters düştüğü görülmektedir.

Devlet Memurları Kanunu ve Devlet Memurluğu


İdare kendi faaliyetlerini yürütmek için taşınır ve taşınmazlara ihtiyaç duyduğu gibi gerçek kişilere de ihtiyaç duymaktadır. İdarenin ihtiyaç duyduğu bu gerçek kişiler idarenin ‘İnsan Unsurunu’ oluşturur. İnsan unsurunu idarede oluşturan bu kişilere ise ‘kamu görevlileri’, ‘kamu personeli’, ‘kamu ajanları’ veya ‘kamu hizmeti görevlileri’ adları verilir. Kamu görevlileri idareye bağlı bir teşkilata veya kamu hizmetini yürüten bir teşkilata bağlı olmalıdır. Kamu yararı veren her teşkilat veya özel hukuk kişilerine çalışan kişiler kamu personeli olmamaktadır. Örneğin bir fırıncının çalışma niteliğinde kamu yararı olsa dahi kamu görevlisi olamamaktadır. Buna serbest avukatlık yapanlarda dahil olmaktadır çünkü kamu yararı niteliğinde olmalarına rağmen idarenin kamu yararı güden bir teşkilata bağlı olarak çalışmamaktadırlar.

Türk Ceza Kanunumuz kamu görevlisinin tanımını ‘kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir suretle sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi’ şeklinde tanımlamaktadır. Devlet memurluğu kanununa 25.07.1965 tarihinde giren anayasa hükmü olan ifade: ‘Memurların ve diğer kamu görelilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.’ şeklindedir. Ayrıca kanunla, Anayasada sayılan hususlar yanında, yasama yetkisinin asilliği ilkesi gereği, Anayasa metninde bulunmayan, devlet memurlarının hizmet şartları, ilerleme ve yükselmesi, yetiştirilmesi ve sorumlulukları gibi konularda düzenlenmiştir.

Devlet Memurluğu Kanunun Temel İlkeleri:

Devlet memurluğunun 3 temel ilkesi bulunmaktadır. Bunlar; kariyer, liyakat ve sınıflandırmadır.

1) SINIFLANDIRMA İLKESİ: Devlet memurlarının gördükleri eğitim ve uzmanlık alanlarına göre sınıflandırılmıştır. Devlet memurları kanununa göre 12 tane devlet memuru sınıfı bulunmaktadır. Bunlar; Genel İdare Hizmetleri Sınıfı, Milli istihbarat Hizmetleri Sınıfı, Teknik Hizmetler Sınıfı, Mülki İdare Amirliği Sınıfı, Sağlık Hizmetleri ve Yardımcı Sağlık Hizmetleri Sınıfı, Sahil Güvenlik Hizmetleri Sınıfı, Eğitim ve Öğretim Hizmetleri Sınıfı, Jandarma Hizmetleri Sınıfı, Avukatlık Hizmetleri Sınıfı, Din Hizmetleri Sınıfı ve Emniyet Hizmetleri sınıfıdır. Bu sınıflar arası ayırt edici özellik o sınıfın eğitim ve uzmanlığına sahip olmaktadır. Genel İdari hizmetler sınıfı bu eğitim ve uzmanlığa dahil değildir. Bu sınıf torba bir sınıftır. Geriye kalan bu 11 sınıf bu sınıfta görev yapabilmektedir. Ayrıca sınıflar ayrı olmasına rağmen sınıf içi değerlendirmeler ile derecelendirmelerde vardır. Sınıfında belli bir derecesi olan memur bir alt derecede çalıştırılamaz. Aynı zamanda belli bir sınıfta olan kişi başka bir sınıfa geçmek istiyor ise geçmek istediği sınıfın eğitim ve uzmanlık şartını yerine getirmelidir yoksa başka bir sınıfta görev yapamaz.

2) KARİYER İLKESİ: Devlet memurlarında kariyer ilkesi memurun kendisini meslekte geliştirip yükselme imkânı sunmaktadır. Memur kendisini geliştirerek meslek içi yükseleceği gibi tecrübeden kaynaklı yükselmesi de gerçekleşmektedir. Memuriyete başlayan kişi en alt seviyeden başlar ve en üst seviyeye kadar yükselebilmektedir. Devlet memurluğunda 2 tip yükselme olmaktadır. Kademe ilerlemesi ve derece yükselmesidir. Kademe yükselmesi yıl bazlı olarak bellidir ve meslekteki tecrübe esas alınır kademe yükselmesi için sınava girilmez. Memurun kademe yükselmesi otomatik gerçekleşen bir durumdur. Kademe yükselmesinde ise hem görev artabilir veya değişebilir hem de pozisyon değişikliği olur. Derece yükselmesi ile pozisyon yükseldiği gibi görevler ve maaş da yükselme gösteriyor. Kademe yükselmesinde ise sadece para artmaktadır. Çoğunlukta devlet memuriyetinde derece yükselmesi sınava bağlı olmaktadır. Bu sınavdaki başarı derece yükselmesini hak etmesini sağlar.

3)LİYAKAT İLKESİ: Devlet memurluğu kanununun en başında gelmektedir. Fırsat eşitliğine dayanmaktadır. Liyakat ilkesi gereği herkes eşit şartlar altında değerlendirilip görevin gereğini yerine getirebilecek kişiler alınmasına ve alınırken eşit şartlar altında alınmasını koruma altına alır. Temel amacı ‘kayırma sisteminin’ önüne geçmektir. Görevin gereğini yerine getirmeyen kişiler ihlal ettikleri liyakat ilkesine göre kanuna aykırı işlem gerçekleştirmiş olmaktadır. Anayasamınız 70. Maddesine göre de her Türk vatandaşı kamu hizmetlerine girmeye hakkı vardır ve kamu hizmetine girmede görevin gerektirdiklerinden başka hiçbir ayrım gözetilemez.

Devlet Memurluğuna Giriş ve Şartları:

Devlet memurluğuna girmek için Anayasamız ve Devlet Memurları Kanunu’na göre belli şartlar vardır. Anayasa 70. Maddesi gereğince her Türk vatandaşı devlet memuriyetine girme hakkına sahiptir. Genel olarak Türk vatandaşı şartı aranmaktadır bunun yanında memuriyetin gerektirdiği şartlara kanuni şartlar denmektedir. Bu şartlar genel şart ve özel şartlar olarak ikiye ayrılarak düzenlenmiştir.

Genel Şartlar: Devlet Memurluğu Kanununa göre aranan genel şartlar Türk vatandaşı olmak, gerekli olan yaş sınırını yani 18 yaşını bitirmiş olmak, mesleğin gerektirdiği öğrenimi tamamlamak, kamu haklarından mahrum bulunmamak, mahkumiyetin bulunmaması, askerlik, sağlık ve güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmış olmasıdır.

Özel Şartlar: Özel şartların amacı kamu yararını en iyi şekilde yürütmek amacıyla çalışanların hizmet için en uygun kişiler olmasını sağlamaktır. Bu gereklilikleri sağlamak için Devlet Memurları bent halinde sıralamıştır.

1-Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41’incimaddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak

2-Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak
Bir memurun bulunacağı sınıf için belirli eğitim şartları aranabilir. Örneğin avukat ruhsatı alabilmek için hukuk bölümü bitirdiğine dair diploma gerekmektedir veya infaz koruma memurluğu için erkeklerde 1.70 üstü kadınlarda 160 üstü aranmaktadır.

Devlet Memurlarının ödev ve yükümlülükleri:

-Anayasamıza ve Devletimize bağlılık ödev ve yükümü

-Tarafsızlık: Devlet memurluğunun icrasında temel yükümlülükleri olan kamu yararını yerine getirirken kimseyi kayırmadan herkese eşit hizmet sağlayarak yerine getirmesi gerekir.

-Emre itaat yükümlülüğü: Devlet memurları kendilerinin bağlı olduğu üstlerin göre gereği verdiği emirleri yerine getirme yükümlülükleri vardır.

-Mal bildiriminde bulunma: Devlet memurları memurluğa başlamadan önce sahip oldukları malları bildirmeleri gerekir.
-Resmi belge ve araç gereçleri verme yükümlülüğü
-Etik Davranışlara uyma yükümlülüğü: Devlet memurlarının etik davranma yükümlülükleri için belli sınırlar çizilmiştir. Buna bağlı olarak etik davranış yönetmeliği bulunmaktadır. Ayrıca bir de etik kurul vardır. Bu kurulun görevi etik ihlallere ilişkin raporlar hazırlamak için görevlendirilmiştir.

Devlet Memurlarının Tabi Olduğu Yasaklar: Devlet memurları için görevlerini icra ederken belli yasaklara tabilerdir. Bu yasaklar uyulmaması durumunda madde 125 uyarınca disiplin cezası verilir.

-Gelir getirici faaliyetlerde bulunma yasağı: Mevzuat gereği memur sıfatında olan kişiler özel hukuk kişi ve kuruluşlarında çalışması yasaktır. Tacir veya esnaf olamamaktadırlar.

-Çıkar sağlama veya hediye alma yasağı

-Basına meslek ile ilgilendiren bilgiler hakkında demeç verme yasağı. Bu bilgilerin verilmemesi gereken bilgiler dahilinde olması gerekmektedir. Örneğin bir doktor sağlığa dair tavsiyelerde bulunuyorsa bu yasak kapsamında yer almamaktadır. Lakin örneğin bir polisin zanlı hakkında vermemesi gereken bilgileri basına vermesi durumunda bu yasağı ihlal etmiş olur. Buna bağlı olarak polis için disiplin cezası gerekir.

-Gizli bilgileri açıklama yasağı

-Grev yasağı ve toplu hareket ve eylemlerde bulunma yasağı: Verilen hizmetin kamu yararı olması sebebiyle grev ve eylemlerden kaynaklanan aksaklıklar kamu hizmetinin aksamasına sebebiyet verir. Bu nedenle kamu yararı için çalışan devlet memurları grev ve eylem yasağı bulunmakta eğer ihlal edilirse disiplin cezası gerekmektedir.

İrtifak Hakkı


I- İrtifak Hakkı Kavramı

Sınırlı aynî haklar, hak sahibinin eşya üzerinde sağladığı hakimiyetin mahiyetine göre üç şekilde incelenmektedir. Türk Medeni Kanunu’nda bunlar; irtifak hakları, rehin hakları ve taşınmaz yükü olarak sınıflandırılırmıştır. TMK m. 779 hükmü uyarınca irtifak hakkı; malikin eşya üzerindeki sadece kullanma ve yararlanma yetkilerinin bir kısmını yahut tamamını hak sahibine sağlayan ya da malikin mülkiyetle ilgili yetkilerinden bazılarının kullanılmasını, hak sahibi yararına yasaklayan bir sınırlı aynî haktır.
İrtifak hakkı, söz konusu hakkın konusu olan eşya ile ilgili kullanma ve yararlanma ile ilgili yetkilerinden bir kısmını yahut tamamını içerebilir. Hak sahibine, eşyadan tam yararlanma yetkisi sağlayan tek irtifak hakkı, “intifa hakkı (usus-fructus)” olarak isimlendirilir. İntifa hakkı dışında kalan tüm irtifak haklarının yararlanma yetkisi sınırlıdır. Bu irtifak haklarının hepsi hak sahibine, eşya üzerinde sadece sınırlı bir yararlanma yetkisi verir.

Sınırlı yararlanma yetkisi farkı şekillerde karşımıza çıkabilir. Örneğin; oturma irtifakı, kaynak irtifakı, geçit irtifakı, üst hakkı… Taşınmazlar üzerinde çeşitli içerikte irtifaklar kurulabilir. İrtifak hakkının içeriğinin belirlenmesi aynı zamanda tarafların iradesine de bırakılmıştır.

II- İrtifak Haklarının Türleri

A- Eşyaya Bağlı (Arzî) İrtifaklar

Eşyaya bağlı irtifak hakkı ancak bir taşınmaz üzerinde, başka bir taşınmaz lehine kurulabilir. Bu da eşyaya bağlı irtifak haklarının konusunu oluşturmaktadır. Eşyaya bağlı irtifaklarda hak sahipliğinden bahsedebilmemiz için taşınmazın mülkiyeti ile bir bağlantı oluşturması gerekmektedir ve hak sahipliği yararlanılan taşınmazın mülkiyeti ile devredilebilir. Ayrıca eşyaya bağlı irtifakın tek başına el değiştirmesi mümkün değildir.

1. Kazanılması;

Eşyaya bağlı irtifak hakkı; tesisen kazanma, devren kazanma ve aslen kazanma olarak üçe ayrılmıştır. Eşyaya bağlı irtifak hakları tescille kazanılır fakat istisna durumları bunmaktadır. Bu durumlarda tescile gerek bulunmamaktadır.
Tescille kazanma;
TMK m. 780/1 hükmünde belirtildiği üzere, irtifak hakkının kazanılması tapu kütüğüne tescille sağlanmaktadır. TMK m. 780/2 hükmünde de aksi öngörülmedikçe, taşınmaz mülkiyetine ilişkin hükümlerin irtifak haklarının kazanılmasında ve tescilinde de uygulanacağı belirtilmiştir. Ayrıca irtifak hakkının kazanılması için geçerli bir sebebe ihtiyaç duyulmaktadır. Kazanma sebebi geçersiz veya tescil istemi yok ise, yapılan seçil yolsuz olur.
İrtifak sözleşmesi, iki taşınmaz maliki arasında yapılır ve bunlardan birinin diğerinin taşınmazı lehine irtifak kurma borcu yüklemesiyle oluşur. Bu sözleşme resmi şekle tabidir ve geçerli olması için tapu müdürü veya tapu sicili memuru tarafından düzenlenmiş olması gerekmektedir.

Sicil dışı kazanma;
Dışardan görülen mecralara ilişkin olarak TMK m. 724/3 hükmünde söz konusu olan sicil dışı kazanmanın yanı sıra, TMK m. 748/3 hükmünde de doğrudan doğruya kanundan kaynaklanan geçit haklarının tescil edilmeksizin doğacağı, bunlardan sürekli nitelikte olanların tapu kütüğünün beyanlar kısmında gösterilmektedir.

a) İrtifak hakkının mahkeme kararıyla kazanılması; İrtifak hakkın kurulmasını talep hakkı veren bir hukuki ilişkinin bulunmasına rağmen, irtifakı kurmakla sorumlu olan kişi bu sorumluluğu yerine getirmekten kaçınırsa, hak sahibi hakkını elde etmek için hakimden irtifak hakkının kurulmasını talep edebilir. Böylece irtifak hakkı tescilden önce kurulmuş olur. Tescil açıklayıcı niteliktedir.

b) İrtifak hakkının kamulaştırma yoluyla kazanılması;

c) İrtifak hakkının zamanaşımı ile kazanılması; İrtifak hakkı olağan ve olağanüstü zamanaşımı ile kazanılmaktadır. İrtifak hakkının olağan zamanaşımı ile kazanılabilmesi için TMK m. 712 hükmündeki şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Olağanüstü zamanaşımıyla kazanabilmek içinse, TMK m. 713 hükmündeki şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Ayrıca olumsuz irtifaklarda olağanüstü zamanaşımıyla kazanabilmek için tapu kütüğüne tescil gerekmektedir.

2. Sona ermesi;

Terkinle sona erme;
Sona erme, kural olarak tapu sicilindeki sicilin terkini ile gerçekleşmektedir. Malikin yazılı terkin istemi üzerine terkin işlemi gerçekleştirilir ve tek taraflı bir tasarruf işlemidir.
Sicil dışı sona erme;
Bazı sebeplerin gerçekleşmesiyle tescilin terkini sadece açıklayıcı bir nitelik kazanır ve maddi bir varlığı kalmaz. Bu sebepler; yüklü veya yararlanılan taşınırın tamamen yok olması, yüklü taşınmazın kamulaştırılması, sürenin sona ermesi, tescilsiz kazanılan mecra irtifakının sona ermesi ve mahkeme kararı olarak belirtilmiştir.

3. Hükümleri;

TMK m. 787/l hükmü uyarınca, irtifakın kapsamını belirlemede, irtifaktan doğan tecil önemli bir yere sahiptir. TMK m. 787/2 hükmünde ise tescilden açıkça anlaşılmadığı hallerde irtifakın kapsamının, tescil sınırları içerisinde, irtifak hakkını kazanma sebebine veya uzun süreden beri davasız ve iyiniyetle kullanmış olmasına göre belirlenecektir. Ayrıca irtifakın içeriğinin belirlenmesinde kazanma sebebi yeterli değil ise, irtifakın uzun süreden beri davasız ve iyiniyetle kullanılışına bakılmaktadır.

B- Kişiye Bağlı İrtifaklar

Kişiye bağlı irtifak hakları; intifa hakkı ve oturma (sükna) hakkıdır. Söz konusu bu haklar; lehine kuruldukları kişi ile var olan, el değiştiremeyen, devredilemeyen ve miras yoluyla mirasçıya geçemeyen irtifak hakları olarak tanımlanabilir. Kişiye bağlı irtifak haklarından hak sahibinin kendisi, yaşamı boyunca yahut belirli bir süre yararlanır. Ancak bu durumda irtifak hakkının ortadan kalkması yalnızca, hak sahibinin ölmesi yahut belirli olan sürenin geçmesiyle gerçekleşebilir.

1. İntifa Hakkı:

TMK m. 794 hükmü uyarınca intifa hakkı, taşınır mallardaki tek irtifak çeşididir. Kişiye bağımlı bir hak olmakla beraber hak sahibine, hakkın konusu olan eşya üzerinde tam yararlanma yetkisi vermektedir. Ayrıca sağlar arası işlemlerle veya ölüme bağlı tasarruflarla başkalarına devredilemeyen ve miras yoluyla mirasçıya geçmeyen bir haktır.

İntifa hakkının konusu olan eşyanın ekonomik gelir getirme zorunluluğu yoktur. Hak sahibinin eşyadan herhangi bir yarar sağlaması yeterlidir. Kısaca hak sahibine sağlanan yarar maddi olabileceği gibi manevi ve estetik yarar da olabilir. Bu hakkın sahibi, zilyedi olduğu intifa hakkının konusu olan eşyanın fer’i zilyedi; malik ise asli zilyedidir. TMK m. 806/1 hükmü uyarınca, intifa hakkı, sözleşmede aksine bir hüküm yoksa veya durum ve koşullardan hak sahibi tarafından bizzat kullanılması gerektiği anlaşılmıyorsa, hakkın sahibi tarafından bizzat kullanılması zorunlu değildir. İntifa hakkının kullanması kira veya kullanma ödüncü gibi sözleşmelerle bir başkasına devredilebilir. TMK m. 797 hükmü uyarınca, intifa hakkı eğer bir tüzel kişi yararına kurulmuş ve bir süre ile sınırlandırılmamışsa, en çok yüz yıl için kurulmuş sayılır.

2. Aynî Oturma (Sükna) Hakkı:

TMK m. 823 hükmü uyarınca oturma hakkı hak sahibine, bir binadan veya binanın bir bölümünden konut olarak yararlanma hakkını verir. Bu hak devredilemeyen, mirasçılara miras yoluyla geçmeyen irtifak hakkıdır. Ayrıca TMK m. 823/2 hükmü uyarınca kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, intifa hakkına ilişkin hükümler niteliği ile bağdaştığı sürece oturma hakkına da uygulanır. Bu sebeple TMK’de oturma hakkı, intifa hakkından daha az hüküm ile düzenlenmiştir.
TMK m. 824 hükmü uyarınca oturma hakkı sahibi, hakkın şahsına özgülendiği açıkça belirtilmedikçe, bina veya onun bir bölümünde ailesi ve ev halkı ile birlikte oturabilir. Ayrıca oturma hakkına sahip olan kimse, ortaklaşa kullanmaya özgülenen yerlerden de yararlanabilme hakkına sahiptir.

C- Karma İrtifaklardan Üst Hakkı ve Kaynak Hakkı

1. Üst Hakkı:

TMK m. 726/1 ve TMK m. 826/1 hükmü uyarınca üst hak; bir kişiye, başkasının taşınmazının (arsasının) altında yahut üstünde bir yapı yapması veya mevcut bir yapıyı muhafaza etmesi sonucu o taşınmaza malik olma yetkisi veren bir irtifak hakkı olarak tanımlanabilir.
Üst hakkı, sınırlı bir aynî haktır. TMK m. 826/2 hükmü uyarınca, belirli bir kişi lehine kurulmuş olan üst hakkının kişiye bağımlı veya bağımsız bir irtifak hakkı olması sözleşmede taraflarca kararlaştırılabilir. Bu sebeple üst hakkının, hak sahibi tarafından devredilemeyeceği veya mirasçılara geçemeyeceği taraflarca kararlaştırılır. TMK m. 836/1 hükmü uyarınca üst hakkı, kişiye bağımlı olmayan bir irtifak hakkı olarak yüz yıldan fazla bir süre için kurulamaz. Üst hakkı kurulmuş ve sürenin uzatılması talep ediliyorsa, TMK m. 836/2 hükmünce bahsedilen hususlara bağlı kalarak en çok yüz yıllık yeni bir süre için uzatılabilir. Ayrıca bağımsız olarak kurulan üst hakkı en az otuz yıl süre için kurulmuşsa sürekli nitelikte kabul edilir ve tapu kütüğüne taşınmaz olarak kaydedilebilir.

Üst hakkının kurulması için gerekli olan irtifak sözleşmesi, TMK m. 827 hükmü uyarınca resmi şekle bağlıdır ve tapu tarafından düzenlenir. Tapuda yetkililerce düzenlenen sözleşme, taraflar için bağlayıcı olur.

2. Kaynak Hakkı

TMK m. 837 hükmü uyarınca düzenlenmiş olup kaynak hakkı; bir kişiye başkasının arazisindeki kaynağın sularını ve kendi arazisine akıtma yetkisi sağlayan bir irtifak hakkı olarak tanımlanmıştır. Kaynak hakkı da üste hakkı gibi sözleşme ile aksi kararlaştırılmadığı müddetçe bir başkasına devredilebilir ve mirasçıya geçebilir. Ayrıca kişiye bağlı olmayan kaynak hakkı, en az otuz yıl için kurulmuş olduğu hallerde taşınmaz olarak tapu kütüğüne kaydedilebilir.

D- Diğer İrtifaklar

TMK m.838 hükmünde düzenlenmiş olup malikin, taşınmazı üzerinde herhangi bir kişi veya topluluk lehine atış eğitimi, spor alanı, geçit olarak kullanılmak gibi belirli bir yararlanmaya hizmet etmek üzere başka irtifak hakları da kurabileceği belirtilmiştir. Bu irtifak hakları aksi kararlaştırılmadıkça, kişiye yahut bir topluluğa bağlı olarak kabul edilmektedir.

Muris Muvazaası (Mirastan Mal Kaçırma)


MUVAZAA

Muvazaa, tarafların hiç hüküm doğurmayacağını bilerek sözleşme yapmaları veya görünürdeki sözleşmeden başka bir sözleşmenin geçerli olacağı ve hüküm doğuracağı konusunda anlaşmalarıdır. Burada önemli olan hususlardan biri, tarafların üçüncü kişileri aldatma kastıyla hareket etmeleridir. Görünürdeki işlem, muvazaanın varlığı halinde geçersiz olur ancak arkasında gizlenen sözleşme, kanun tarafından geçerlilik şartı öngörülmüşse bu şekil şartının yerine getirilmiş olup olmadığına bakılır. Gizli sözleşme şekil şartına uygun ise geçerli olur. Ancak konusu imkansız olmamalı ve hukuka, ahlaka aykırı olmamalıdır. Muvazaalı sözleşme ise başından beri geçersiz olduğundan taraflar için alacak ya da borç ilişkisi doğmaz. Muvazaalı sözleşmenin geçersiz olduğunu taraflardan biri veya külli halefleri tarafından daima ileri sürülebilir.

MURİS MUVAZAASI

Muris muvazaası, miras bırakan ile lehine tasarrufta bulunulan tarafın, aralarında yaptıkları gizli anlaşma ile mirasçılardan mal kaçırması sonucu ortaya çıkar. Hukuken nispi muvazaa olarak kabul edilir. Nispi muvazaada, görünürdeki işlem ve gizli işlem olmak üzere iki işlem vardır. Muris muvazaası, nispi muvazaanın özel hali olup, miras hukukuna özgüdür. Burada da miras bırakan mirasçılarını aldatma kastıyla hareket etmektedir.

Muris muvazaasında miras bırakanın gerçekten de amacı sözleşme yaparak taşınmazını devretmektir. Ancak asıl amacı olan mirasçısını mirastan yoksun bırakmayı gizleyip, bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede ölünceye kadar bakma sözleşmesi veya satış iradesini açıklamak suretiyle devretmektedir. Buradan anlaşılması gereken, muris muvazaasından bahsedilebilmesi için taşınmazın mutlaka tapuya kayıtlı olması gerekir. Görüldüğü üzere satış iradesi görünürdeki işlem, bağış ise gerçek işlemdir. 01.04.1974 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; miras bırakanın, Tapu Sicil Memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklanmış olması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı zedelenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin TBK hükümlerine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil bakımından geçersiz olduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine karar vermiştir.

Bu karar ve doktrinden yola çıkarak önemli birkaç husus karşımıza çıkmaktadır. Muris muvazaasından söz edilebilmesi için; taşınmazın tapuya kayıtlı taşınmaz olması, miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırma amacının olması, saklı paya bakılmaksızın tüm mirasçıların davacı sıfatına sahip olması, zamanaşımı süresinin söz konusu olmaması gerekir. Ayrıca açılacak dava tapu sicilinin düzeltilmesi davası olacaktır.

Görünürdeki işlem: Muris muvazaasının unsurlarından biri olan görünürdeki işlem, tarafların gerçek iradesini yansıtmayan, yaptıkları anlaşma uyarınca hüküm ve sonuçlarını doğurmayacak sözleşmedir. Sözleşme geçerliliği için tarafların karşılıklı irade beyanlarının uygun olması gerekir. Ancak muris muvazaasında, miras bırakan ve karşı tarafın iradeleri muvazaa konusunun hüküm ve sonuçlarını doğurmayacağı hususunda birbirine uygundur.

Gizli işlem: Muris muvazaasının unsurlarından bir diğeri olan gizli işlem, miras bırakan ile karşı tarafın kendi aralarında hüküm ve sonuç doğurması için yaptıkları, görünürdeki işlemin arkasında saklanan sözleşmedir. Tarafların iradeleri birbirine uygundur. Yeter ki kanunda aranan şekil şartlarına tabi olsun. Bu nedenle bağışlama sözleşmesinin ivazsız olması hukuki işlemin esas unsuru olduğundan gizli işlem olan bağışlama sözleşmesi, şekil şartına aykırı olduğundan geçersizdir.

TAPU İPTALİ DAVASI

Bir mirasçının muvazaa sebebiyle tapu iptali davası açabilmesi için, miras bırakanda aradığımız mal kaçırma kastının ille de o mirasçıya yönelik olması gerekmez. Muvazaalı yapılan taşınmaz satış sözleşmesinde görünürdeki işlem muvazaalı , gizli işlem de şeklen aykırı olduğundan geçersiz olacaktır. Dolayısıyla tapuda yolsuz tescil gerçekleşeceğinden karşı taraf mülkiyeti hiç kazanamamış ve saklı paya sahip olan olmayan tüm mirasçılar da tapu kaydının düzeltilmesini talep etme hakkına sahip olmuş olacaklardır. Muvazaalı işlemin yapılmış olduğu tarihte, mirasçı sıfatına sahip olmayıp sonradan bu sıfatı kazananlar da işlemin iptalini talep edebilirler. Muris muvazaasına dayalı tapu iptali davasında, dikkat edilmesi gereken husus miras bırakanın mal kaçırma iradesi ile hareket edip etmediğinin tespit edilmesidir. Bu tespiti de somut olayın özelliklerine göre hakim takdir edecektir.

Yargıtay, muris muvazaasının tespit ve nitelendirmesini yapabilmek için miras bırakanın asıl amaç ve iradesinin tereddüte yer vermeyecek biçimde ortaya çıkarılmasına bağlamaktadır. Bu doğrultuda verdiği kararlarda, gizlenen gerçek iradenin tespiti zor olduğundan delillerin eksiksiz toplanılması ve doğru bir şekilde değerlendirme yapılmasının büyük önemi olduğunu vurgulamaktadır. Yargıtay miras bırakanın gerçek iradesini tespit edebilmek için birkaç olgudan yararlanmaktadır. Bu olgulara örnek olarak;

  1. Olayların olağan akışı
  2. Ülkenin ve bulunduğu yörenin gelenek ve görenekleri
  3. Miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve geçerli bir nedeninin olup olmadığı
  4. Miras bırakanın bakımını üstlenmiş olduğu kişiye karşı minnet duygusu
  5. Davalının taşınmazı alabilecek kadar maddi gücünün olmaması
  6. Miras bırakanın maddi açıdan satış yapmaya gerek duymayacak kadar varlıklı olması
  7. Satış bedeli ile gerçek değer (sözleşme tarihinde) arasındaki fark v.s

Tüm bu açıklamalar nezdinde Yargıtay’ın görüşü, miras bırakanın birlikte yaşadığı ve kendisinin bakımını üstlendiği mirasçısına karşı duyduğu minnetle taşınmazını devretmiş olmasında mal kaçırma kastının olmadığı, dolayısıyla muris muvazaasının şartlarının oluşmadığı yönündedir.

TENKİS DAVASI İLE İLİŞKİSİ

Tenkis davası, saklı pay mirasçılarının, saklı pay oranlarının ihlal edilecek düzeyde olan tasarruflarının miras bırakanın ölümünden sonra iptal edilmesine yönelik açılan özel dava türüdür. Burada, miras bırakanın beyanı ile iradesi arasında çelişki bulunmamaktadır. Sözleşme geçerliliğini korur. Muris muvazaası davası(Tapu iptali davası) ile tenkis davası aynı davada terditli olarak ileri sürülebilir. Ancak ayrı açılmaları durumunda, tenkis davasının daha erken sonuçlanır ve mahkeme kararı sözleşmenin geçerli olduğu yönünde kesinleşirse, bu kesin karar muris muvazaa davasını da bağlar. Davaya devam edilemez. Şayet muris muvazaa davası daha erken sonuçlanır ve davanın kabul edilirse, bu sefer tenkis davası konusuz kalacaktır. Uygulamada genellikle tek bir dava açılır. İlk önce tapunun muris muvazaası nedeniyle iptali talep edilir. Aksi kararın çıkması durumunda tenkis hükümlerinin uygulanması istenir.

MUVAZAA ANLAŞMASI

Tarafların iradelerine uymayan görünürdeki işlemi, kendi aralarında hüküm ve sonuç doğurmayacağına, yalnızca üçüncü kişileri aldatma amacı olacağına ilişkin yaptıkları anlaşma, muvazaa anlaşmasıdır. Bu anlaşmada tarafların muvazaayı kararlaştırması gerekir. Muvazaa anlaşması tarafların istekleri ile oluşur. Muris muvazaası anlaşması, şekle bağlı değildir. Yazılı veya sözlü olabilir. Görünürdeki işlemin şekle tabi olması muvazaa anlaşmasını etkilemez.

Muvazaa anlaşması, en geç görünürdeki işlemle birlikte yapılabilir, sonra yapılamaz. Tarafların muvazaa konusunda anlaşmaları zorunluluk teşkil eder. Gizli sözleşmeden bağımsızdır. Bu anlaşma ile taraflar, görünürdeki sözleşmenin hüküm ve sonuç teşkil etmeyeceği ve aralarında uygulama alanı bulmayacağı hususunda anlaşabilecekleri gibi görünürdeki sözleşmenin hüküm ve sonuç doğurmayacağının yanında gizli sözleşmenin hüküm ve sonuç doğuracağı konusunda da anlaşabilirler.

YARGITAY I.HUKUK DAİRESİ 2016/5200 SAYILI KARARI
“…murisin sağlık sorunlarının bulunduğu, miras bırakanın eşi öldükten sonra 15 yıl kadar davalının yanında kaldığı, miras bırakana davalının bakıp ilgilendiği, ayrıca çekişme konusu taşınmazın minnet duygusu ile davalıya verildiği hususunun davacının da kabulünde olduğu anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, satışa konu edilen bir malın değerinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin, başka bir ifadeyle, malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya emek de olabileceği kabul edilmelidir.…miras bırakanın yapmış olduğu temlikle ilgili olarak gerçek amaç ve iradesinin mirastan mal kaçırmak olmadığı kabul edilmelidir.”

Yapay Zekanın Türk Hukukuna Uyarlanması Zaruriyeti


Yapay zeka çağımızın en büyük buluşlarından biri olmaktadır. Düşünen bir bilgisayar veya robot ile dünyamızdaki yaratabileceği değişimleri öngörmek mümkündür. Hayatımıza her anlamda dahil olabilecek bu buluş hukuki sistemlerini de büyük ölçüde etkileyecektir. Şu an bile bazı ülkelerde hukuk alanında ki uygulamalarını görmekteyiz. Bu uygulamaları kendi ülkemize taşıyıp yeni dünyaya ayak uydurmak da bizim elimizdedir. Yapay zeka alanında ülkemizde birçok çalışma yapılmaktadır buna rağmen yapay zekanın hukuk alanına uyarlanmasına dair çalışmalar bulunmamaktadır.

Bu çalışmaların bulunuyor olması yanında getireceği sorunların yığılması ile karışıklıklar meydana getireceği aşikardır. Yapay zekadan alanımız hakkında bahsedebilmemiz adına konuyu çok iyi kavramamız ve yapılan uygulamamlar hakkında haberdar olmamız gerekmektedir. Öngörülebilecek uygulamalar sıralanmalı bu uygulamalar hakkında çözümler üretilmelidir. Kanaatimce yapay zeka hukukumuza iki ana başlıkta girecektir. Yapay zekanın uygulamalarında kaynaklanan hukuki sorumluluk ve yapay zekanın hukuk sistemimize nasıl uyarlanacağı konularıdır. Bu ana başlıklar altında birçok alt başlık ile dallanarak devam edecek ve hukuki bir alan oluşturacaktır. Bu yeni hukuki alanın ismi ‘Yapay Zeka Hukuku’ olarak nitelendirilecektir.

Yapay Zeka Uygulamalının Hukuki Sorumluluğu

Türk hukuk sisteminde sorumluluğu tartışılan, şartlara göre değişkenlik gösteren yapay zeka sorumlulukları vardır. Yapay zeka uygulamalarında zararın nasıl tazmin edileceği? Yapay zeka uygulamalarında zarardan kim sorumlu tutulmalıdır? Yapay zeka uygulamalarında otonomların hukuki kişiliği var mıdır? Sorulan bu soruları çeşitli somut olaylar ile cevaplandırılması gerekmektedir. İlk önce bakmamız gereken yapay zekanın hukuki kişiliğidir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının doğduğu andan itibaren hak ehliyetine sahip olmaktadır. Hak ehliyetine sahip olmanın tanıdığı ayrıcalıklar borç altına girebilmek ve hak sahibi olabilmektir. Yapay zekanın bu otonomları hak ehliyetine sahip olup olmayacağı belirsizdir. Eğer bu makinelere kişilik oluşturulabilir ise sorumluluklarının doğacağı aşikardır ve buna dayalı değerlendirmeler yapılacaktır.

Kişilik oluşturulamaz ise sorumluluk doğmayacaktır. Robotların veya otonomların işlediği suçlardan ilk örneği 1981 yılında gerçekleşmiştir. Kenji Urada, adındaki bir Japon vatandaşı fabrikada robotunu yapmakta ve geliştirmektedir. Bir gün robotu kapatmayı unutur. Robotu üzerinde çalışırken hareketlerinin kısıtlanmasından dolayı Kenji Uradayı tehdit olarak görür ve koluyla vurarak öldürür. Somut olayda robotun kişiliği varmışçasına engellendiğini düşünerek adamı öldürerek suç işlemiştir. Lakin burada robotun aslında kişiliğinden kaynaklanmamakta robotu yapan mühendisin programlaması sebebiyle kazaya sonuç vermesidir. Kişilik kavramından söz edemeyiz. Bu somut örnek 1981 yılında gerçekleşmiş olup günümüze kadar yapay zeka sürekli gelişme göstermiştir. Artık yavaş yavaş robotların kişiliği olabileceği ihtimalinden söz etmemiz mümkündür. Türk Ceza Kanunu’nda ise suçlunun cezalandırılmasından daha çok önemli olan suçun önüne geçip suç oranını azaltmaktır. Suçluya ceza verilmesinin nedeni ise cezaların suçta caydırıcı olabilmesindendir. Eğer yapay zeka otonomlarından kaynaklı suç oluşmuş ise aynı suçun tekrarlanmaması yapay zekanın önemli özelliklerindendir.

Akit dışı sorumluluk: Burada bakacağımız ilk durum Türk Borçlar Kanunu 66. Maddesi kapsamında ‘Adam çalıştıranın kusursuz sorumluluğu’ olarak değerlendirilip değerlendiremeyeceğimizdir. Yapay zekanın çalışan sıfatı kazanması onu çalıştıran arasında istihdam ilişkisi oluşması önemlidir. Lakin bulunabileceğini düşündüğümüz istihdam ilişkisi yapay zeka ve iş veren arasındaki nitelikleri karşılamadığından kurulamamaktadır. Türk borçlar kanunun 66. Maddesine göre istihdam edilen ‘gerçek kişi’ olma şartı aranması neticesiyle istihdam ilişki kurulamamaktadır. Buna bağlı olarak yapay zeka otonomlarını çalıştıranların zarar verdiği 3. Kişilere adam çalıştıranın kusursuz sorumluluğu hakkında uygulanabilmesi mümkün değildir.

Yapay Zekanın Hukuk Sistemimize Uyarlanması

Yapay zeka uygulamaları dünya geneline yayılarak ilerlemektedir. Farklı ülkelerde birçok uygulama alanı bulmuştur. Bunların en başında tıp gelmektedir. Kalbi bile yönetir hale gelerek ne zaman kan pompalayıp ne zaman temizleyeceğini kalbi yöneterek kontrol etmeye başlamıştır. Yapay zeka otonomları bu büyük gelişimleri sadece tıp alanın da değil diğer alanlarda kat etmiştir. Bu alanların önde gelenleri; Hukuk, askeri ve otomotivdir. Konumuz dahilinde hukuk alanındaki gelişmelere bakacak olursak en büyük adımı Çin atmıştır. Ülkeyi donattıkları kamera sistemiyle her bireyin yaşamını inceleyen yapay zeka beyni suç işlemeye eğilimi olan vatandaşları tespit etmiştir. Tespit ettiği şahıslara suç işlememesi için tedbirler uygulanmıştı.

Bu uygulama neticesinde suç oranında yüksek bir düşüş yaşanmıştır. Böyle bir uygulamayı kendi ülkemizde de uygulayabilmemiz gerekmektedir. Artan nüfusumuz beraberinde suç sayısını da artırmaktadır. Hukuk sistemimiz belli bir zaman diliminden sonra artan bu suçlar neticesinde yavaşlayacaktır ki şu an da bile çok hızlı bir işleyiş olduğu söylenemez. Yapay zekanın bu otonomları ülkemizin hukuk sistemini rahatlatacak, mağduriyetleri önleyecek ve suçun işlenmeden önce tedbirler almamızda işe yarayacaktır. Başka ülkelerde de yapay zekanın hukuk alanında farklı faaliyetlerini gözlemlemekteyiz. İngiltere ise hakimlik mesleğinin icra edilmesinde kullanmaktadır. Geliştirilen algoritma sayesinde davalara bakmakta karar vermektedir. Algoritma, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlarla yüzde yemiş dokuz oranında aynı doğrultuda kararları vermiştir. Bu algoritmanın geliştirilmesi ve yüzde yüz sonuca ulaşılması halinde hatasız kararlar daha hızlı ve pratik olarak verilecektir. Aynı zamanda İngiltere sadece hakimlik uygulamalarıyla sınırlı kalmayıp avukatlar için yol gösteren kılavuz niteliğinde de bir yapay zeka otonomunu kullanmıştır. Bu kılavuz otonomu davalarda çözüm yolları üretip çıkış yolları bulmada avukatlara yardımcı olmuştur.

ABD bu otonomları kendi hukuk sistemlerine uygulamaları çok görülmemekte çoğunlukla hukuk dışındaki alanlardaki uygulamalarının hukuki sorumluluklarının değerlendirilmesini ele almıştır. Bu değerlendirmelerle robotların hukuki sorumlulukları incelenmiş ve birçok uygulama alanına sınırlandırma getirmiştir. Bunlardan en önemlilerinden biri olan günlük hayatta sıklıkta duyduğumuz Tesla otomobilleridir. Otomobillerin sürüş algoritmaları sürücüye ihtiyaç duymadan kendi sevk ve idaresiyle trafikte ilerleyebilmekte ulaşılacak noktaya varmaktadır. Amerika kanunları Tesla otomobilleri için düzenleme yaparak arabanın sahibi olan kişi otomatik sürücüdeki arabayı kullanmasa bile sürücü koltuğunda oturmalı ve kendisi sürüyormuş gibi dikkatli olmalıdır.

Çağımızdaki gelişimlerden de görüldüğü gibi değişimler kaçınılmazdır. Bu zorunlu değişimlerde çağa ayak uydurmalı kendi hayatımıza yenilikleri uyarlamamız gerekmektedir. Gecikmeden öngörülebilir ihtimallere dayalı araştırmalar yapılmalı, çeşitli eğitimler verilmeli ve bu alanda büyük adımlarla yol kat etmemiz gerekmektedir. Yapay zekanın dünya genelinde ciddi uygulama alanları buluğunu ve hızla ilerlediğini muazzam bir güce ulaşacağını görmekteyiz. Her alana sirayet ederek etmiş olan ve etmeye devam eden yapay zekaya hukukun buna müdahalesi olmayacağını düşünmek abes kaçar. Ancak ülkemizde de bu çalışmaları engellemeye çalışan insanlar vardır.

Bu insanlar bilim kurgu filmleri etkisi altında kalmış ve buna bağlı olarak yapay zeka uygulama otonomları hakkında kıyamet senaryoları çıkartmaktadırlar. Mustafa Kemal Atatürk ‘Cehalet yenilmesi gereken en büyük düşmandır.’ sözünü söylemiştir. Buna bağlı olarak görmekteyiz bu insanlara karşı gelmeli ve hukukun yenilikler önünde bir engel olarak değil de destekleyici nitelikte olması gerekmektedir. Ülkemizde ise bu tip yenilikleri genellikle ithal etmekteyiz. Bu yol bırakılarak artık kendi altyapımızı oluşturmalı gerekli eğitimleri kendi ülkemizde vermeliyiz. Lisans eğitimleri bunun için çok müsaittir. Verilen dersler ile kendi altyapımızı oluşturmuş olur ve buna bağlı olarak destekleyici nitelikteki çalışmamlar ile yapay zeka uygulamalarını kendi ülkemizde büyük ölçekte geliştirebiliriz.

Sözleşmelerde Genel İşlem Koşulları


Borçlar hukukunun temelini bireysel sözleşmeler oluşturmaktadır. Bireysel sözleşmeler, bir tarafın önerisine karşılık karşı tarafın kabul beyanını açıklaması veya karşı öneride bulunması ve bu aşamaların sonucu olarak karşılıklı irade beyanlarının birbiriyle uyumlu hale gelmesi ile tarafların bir anlaşmaya vardıkları sözleşmeleri ifade etmektedir. Bu sözleşmelerde şartlar taraflarca tartışılmakta ve belirlenmektedir. Ancak günümüzde sosyal ve ekonomik gelişmelerin ışığında kitlelere yönelik hizmet ihtiyacı ciddi oranda artış göstermiş ve buna yönelik üretim mecburiyeti doğmuştur.

Dolayısıyla bireysel sözleşmelere ek olarak usulü kolaylaştırmak ve işlemleri hızlandırmak amacıyla yeni bir sözleşme modeli ortaya çıkmıştır. Bankalar, sigorta şirketleri, seyahat ve taşıma işletmeleri, dayanıklı tüketim malları üretimi ve pazarlaması yapan girişimciler, sözleşme henüz kurulmadan önce soyut ve tek taraflı olarak belirlenmiş sözleşme koşulları hazırlayarak bu koşullarla gelecekte kurulacak olan belirsiz sayıda ancak aynı şekil ve tipte olan hukuki işlemleri düzenlemektedirler.

Sözleşmenin kurulmasından önce hazırlanmış bu tip sözleşme koşulları için “genel işlem koşulları” kavramı kullanılmaktadır. Aynı zamanda bu tür sözleşmelere “tip sözleşme”, “kitle sözleşme”, “katılmalı sözleşme”, “formüler sözleşme” de denebilmektedir. Kitlelere yönelik bu sözleşmeler açısından sözleşmenin kurulmasına ilişkin görüşmeler yapılmaz. Sözleşmenin karşı tarafı için; kendisine dayatılan, önceden belirlenmiş olan bu koşulları kabul etmek ve sözleşmeyi kurmak ve söz konusu sözleşmenin içeriğinde düzenlenen edim veya hizmetten feragat etmek üzere sözleşmeyi hiç imzalamamak imkanları mevcuttur. Bu tarafın sözleşmenin maddeleri bakımından belirleyici rol alması mümkün değildir. Dolayısıyla genel işlem koşullarını belirleyen taraf karşısında zayıf konumda bulunan bu kişilerin haklarının hukuk düzenince korumaya alınması gerekmektedir.

Genel İşlem Koşulları Nedir? Özellikleri Nelerdir?

Genel işlem koşulları Türk Borçlar Kanunu’nun 20 ila 25. Maddeleri arasında düzenlenmiştir. Kanun koyucu TBK m.20’de genel işlem koşullarının tanımını yapaktadır. Buna göre; “Genel işlem koşulları, bir sözleşme yapılırken düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanmak amacıyla, önceden, tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleridir. Bu koşulların, sözleşme metninde veya ekinde yer alması, kapsamı, yazı türü ve şekli, nitelendirmede önem taşımaz.”
Bu hüküm kapsamında, genel işlem koşullarının tamamının veya bir kısmının sözleşme metninde ya da ekinde değişik karakterlerle yazılması suretiyle, bunların emredici yasal düzenleme kapsamı dışında bırakılması önlenmek istenmiştir. Yine hangi konudaki hükümlerin genel işlem koşulu sayılacağı yönünde sıralama yapmak yerine, her türden sözleşmenin içereceği hükümler, genel işlem koşulu tanımı kapsamına girdiği takdirde, genel işlem koşulu olarak kabul edilecektir.

Genel İşlem Koşullarının Unsurları

  1. Bir tarafın sözleşme koşullarını tek taraflı olarak hazırlamış olması: Yapılan bir sözleşmenin genel işlem koşulu sayılabilmesi için öncelikle sözleşme maddelerinin tek taraflı olarak hazırlanmış olması aranır.
  2. İleride çok sayıda benzer sözleşme için kullanılmak amacı taşıması: Sözleşmenin genel işlem koşulu sayılabilmesi için maddelerin belirli bir kişi veya kişiler için değil, sözleşmenin kurulabileceği herkes için uygulanmak üzere daha sonra yapılacak sözleşmelere yönelik bir tip sözleşme olmasının amaçlanması gerekir.
  3.  Hazırlanan sözleşmenin karşı tarafa sunulması: Tek taraflı olarak hazırlanan bu sözleşmenin karşı tarafa pazarlık yapma ve tartışma imkanı olmadan sunulması gerekmektedir. Bu çerçevede Türk Borçlar Kanunu’nun 20.maddesinin 3.fıkrasında, her bir maddede ayrı ayrı veya sözleşmenin herhangi bir maddesinde ya da ayrı bir sözleşmede bulunan, bu koşulların her birinin tartışılarak kabul edildiğine ilişkin kayıtların, tek başına bu sözleşmeleri genel işlem koşulu olmaktan çıkarmayacağı düzenlenmiştir.

TBK’nın 20. Maddesinin son fıkrası uyarınca, “Genel işlem koşullarıyla ilgili hükümler, sundukları hizmetleri kanun veya yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütmekte olan kişi ve kuruluşların hazırladıkları sözleşmelere de, niteliklerine bakılmaksızın uygulanır.”

Genel İşlem Koşullarına Karşı Koruma Mekanizmaları

  1. Yazılmamış Sayılma
    Türk Borçlar Kanunu’nun 21. Maddesinde “Karşı tarafın menfaatine aykırı genel işlem koşullarının sözleşmenin kapsamına girmesi, sözleşmenin yapılması sırasında düzenleyenin karşı tarafa, bu koşulların varlığı hakkında açıkça bilgi verip, bunların içeriğini öğrenme imkânı sağlamasına ve karşı tarafın da bu koşulları kabul etmesine bağlıdır. Aksi takdirde, genel işlem koşulları yazılmamış sayılır.
    Sözleşmenin niteliğine ve işin özelliğine yabancı olan genel işlem koşulları da yazılmamış sayılır.” İfadeleri kullanılmıştır.
    Bu hüküm çerçevesinde karşı tarafın menfaatine aykırı olarak genel işlem koşulları düzenlendiği takdirse bu koşulların varlığını koruyabilmesi için karşı tarafın bu konu hakkında açıkça ve tereddüde imkan bırakmayacak şekilde kapsamlı olarak bilgilendirilmiş olması ve karşı tarafın da bu koşulları kabul etmesi gerekmektedir. Kabul açık veya örtülü şekilde yapılabilir. Açık kabul ile kastedilen, iradenin, karşı tarafça herhangi bir yorumunu veya varsayımını gerektirmeyecek şekilde açık ve net olarak ortaya konmasıdır. Örtülü kabul ise, iradenin açık bir biçimde belirtilmemiş olmasına rağmen kabul iradesini ortaya koyan aktif bir davranış veya susma fiili ile karşı tarafa yöneltilmesini ifade eder.
    Bir sözleşmeye ilişkin olarak genel işlem koşullarının yazılmamış sayılması durumunda sözleşmenin söz konusu genel işlem koşulları haricindeki hükümleri Türk Borçlar Kanunu’nun 22. Maddesi uyarınca geçerliliğini koruyacaktır. Bu durumda genel işlem koşullarını düzenlemiş olan tarafın, yazılmamış koşullar olmasaydı bu sözleşmeyi yapmayacak olduğunu ileri sürme imkanı bulunmamaktadır.
  2.  Aleyhe Yorum Yasağı
    Türk Borçlar Kanunu’nun 23. Maddesi uyarınca genel işlem koşullarında yer alan bir hükmün açık ve anlaşılır olmaması veya birden çok anlama gelmesi durumunda düzenleyenin aleyhine ve karşı tarafın lehine yorumlanacaktır.
  3. Tek Taraflı Aleyhe Değiştirme Yasağı
    Türk Borçlar Kanunu’nun 24. Maddesinde “Genel işlem koşullarının bulunduğu bir sözleşmede veya ayrı bir sözleşmede yer alan ve düzenleyene tek yanlı olarak karşı taraf aleyhine genel işlem koşulları içeren sözleşmenin bir hükmünü değiştirme ya da yeni düzenleme getirme yetkisi veren kayıtlar yazılmamış sayılır.” Şeklinde düzenlenmiştir. Bu madde çerçevesinde düzenleyenin karşı taraf aleyhine olmak üzere tek yanlı düzenleme yapma yetkisinin asıl sözleşmenin herhangi bir yerinde veya ayrı bir sözleşme ile tanınmış olmasının bir önem arz etmediğinin üzerinde durulmaktadır. Ancak yine düzenleyen bakımından karşı taraf aleyhine düzenleme ve değişiklik yapma yetkisi tanınması hususuna müsaade edilmemiş olsa da bunun aksi bir durumda yani karşı tarafın lehine bir düzenleme yapılmasına olanak tanıyan kayıtlar geçerli olacaktır.
  4. Dürüstlük Kuralına Aykırı Şekilde Aleyhe Hüküm Koyma Yasağı
    Türk Borçlar Kanunu’nun 25. Maddesinde bu husus; “Genel işlem koşullarına, dürüstlük kurallarına aykırı olarak, karşı tarafın aleyhine veya onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte hükümler konulamaz.” İfadesi ile düzenlenmiştir. Dolayısıyla bir sözleşmede karşı taraf aleyhine ya da onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte bir hükmün veya hükümlerin tespit edilmesi durumunda bu hükümlerin dürüstlük kuralına aykırı olup olmadığı hususu değerlendirilecektir. Dürüstlük kuralına aykırı olarak düzenlendiği anlaşılan koşullar için öngörülen yaptırım ise yazılmamış sayılmadır. Bu hükümlerin dürüstlük kuralına aykırı olup olmadığı değerlendirilirken somut olayın nitelikleri göz önünde bulundurulacaktır.
    25. madde kapsamında bir içerik denetimi söz konusudur. Genel işlem koşullarının içeriği Türk Medeni Kanunu’nun 2. Maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı bakımından denetime tabi tutulmuştur.

Hakimin Reddi, Yasaklılığı, Reddin Şartları ve Redde İtiraz


Hakimin reddi, bir davada hakimin tarafsızlığı bakımından şüpheye düşülecek önemli bir sebebin gerçekleşmesi halinde taraflardan birinin talebi üzerine hakimin reddedilmesi veya hakimin kendiliğinden o davadan çekilmesini ifade etmektedir. Hakimin reddi usulü Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 36. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca özellikle şu hallerde hakimin reddi için geçerli sebebin varlığı kabul edilmektedir;

  • Davada, iki taraftan birine öğüt vermiş ya da yol göstermiş olması.
  • Davada, iki taraftan birine veya üçüncü kişiye kanunen gerekmediği hâlde görüşünü
    açıklamış olması.
  • Davada, tanık veya bilirkişi olarak dinlenmiş veya hâkim ya da hakem sıfatıyla
    hareket etmiş olması.
  • Davanın, dördüncü derece de dâhil yansoy hısımlarına ait olması.
  • Dava esnasında, iki taraftan birisi ile davası veya aralarında bir düşmanlık
    bulunması.

Bu ret sebeplerinden birinin varlığı halinde yasaklılıktan farklı olarak hakimin davadan
kendiliğinden çekilme zorunluluğu bulunmamaktadır.

Hakimin Reddedilmesi Usulü Nasıldır?

Hakimin reddi sebeplerinden birinin varlığından haberdar olan tarafın ret talebini en geç ilk duruşmada ileri sürmesi gerekmektedir. Hakimin reddini talep edecek olan tarafın ret sebebini davaya bakıldığı esnada öğrenmesi durumunda ise en geç öğrenmeden sonraki ilk duruşmada, yeni bir işlemin yapılmasından önce talebini bildirmesi gerekecektir. Belirtilen sürede yapılmayan ret talebi dikkate alınmaz.

Hakimin reddi dilekçe ile talep edilmelidir. Bu dilekçe, ret talebinin dayandığı sebepler ile delil ve emarelerin açıkça gösterilmesini ve varsa gerekli belgeleri de bünyesinde barındırmalıdır.

Hakimin reddi dilekçesi, reddi istenen hakimin mensup olduğu mahkemeye verilmelidir. Hakimin reddi talebinde bulunan taraf, dilekçesini karşı tarafa tebliğ ettirmelidir. Karşı tarafın cevap vermek için bir haftalık süresi vardır. Bu sürenin sona ermesinden sonra yazı işleri müdürü tarafınca ret dilekçesi, mevcut ise karşı tarafın cevabı ve ek belgeleri dosya ile birlikte reddi talep edilen hakime iletilir. Hakim bundan sonraki bir haftalık süre içerisinde dosyayı inceler ve ret sebeplerinin kanuna uygunluğu hususundaki düşüncesini yazılı olarak bildirerek dosyayı merciine gönderilmesi amacıyla yazı işleri müdürüne verir. Ret sebebi sabit olmasa bile merci bunu muhtemel görürse, ret talebini kabul edebilecektir. Kural olarak ret sebepleri hakkında yemin teklifinde bulunulamamakta ve hakimin reddi talebi geri alınamamaktadır.

Hakimin Reddi Talebini İnceleyecek Olan Merci Hangisidir?

Hakimin taraflardan birinin talebi üzerine veya kendi kanaatiyle davadan çekilme kararı vermesi halinde ret talebini incelemekte yetkili mercii bu çekilmenin kanuna uygun olup olmadığını değerlendirir.

Hakimin ret talebi, hakkında ret istenen hakim katılmaksızın mensup olduğu mahkeme tarafınca incelenir. Ancak reddedilen hakimin katılmaması mahkemenin toplanamamasına sebep oluyor ya da mahkeme tek hakimden oluşuyor ise ret talebi, o yerdeki asliye hukuk hakimliği yapan diğer mahkeme ya da hakim tarafından incelenir. O yerde, asliye hukuk hakimliği tek hakim ile yerine getiriliyor ise ret talebi, varsa asliye ceza hakimi tarafından, yoksa en yakın asliye hukuk mahkemesi tarafından incelenecektir.

Sulh hukuk hakiminin reddedilmesi durumunda ret talebi o yerdeki diğer sulh hukuk hakimi tarafınca incelenir. Ancak o yerde sulh hukuk hakimliği tek hakim tarafından yerine getiriliyorsa ret talebi, bulunma sıralarına göre, o yerdeki sulh ceza hakimi, asliye hukuk hakimi, asliye ceza hakimi, hiçbirinin bulunmaması halinde ise en yakın yerdeki sulh hukuk hakimi tarafından incelenir.

Hakimin Reddi Talebi Nasıl İncelenir?

Hakimin reddi talebi üzerine karar, dosyanın incelenmesi ile de verilebilir. Reddi istenen hakim, merci tarafından redde ilişkin karar verilinceye kadar o davaya bakamaz. Ret talebi merci tarafınca kabul edilmediği takdirde hakkında ret isteminde bulunulan hakim  davaya bakmaya devam edecektir. Ret talebinin kötü niyetle yapıldığının tespit edilmesi ve esas yönünden kabul edilmemesi durumunda talepte bulunan kişilerin her biri hakkında beş yüz Türk lirasından beş bin Türk lirasına kadar disiplin para cezası hükmü verilir. Hakim hakkında aynı davada ayna tarafın iradesiyle ileri sürülen hakkimin reddi talebinin reddedilmesi durumunda verilecek olan disiplin para cezası, bir önceki disiplin para cezasının iki katından az olamaz.

Hakimin Reddi Talebinin Geri Çevrilmesi Nasıl Olur?

Aşağıdaki hallerde hakimin reddi istemi kabul edilmeyerek geri çevrilecektir:

  • Ret talebinin zamanında yapılmamış olması durumunda
  • Ret sebebi ve bu sebebe ilişkin inandırıcı delil veya emare gösterilmemesi durumunda
  • Ret isteminin davayı uzatmak amacıyla yapıldığının açıkça anlaşılabiliyor olması
    durumunda

Bu hallerde ret talebi, toplu mahkemelerde reddedilen hakimin müzakereye katılmasıyla, tek hakimli mahkemelerde ise reddi talep edilen hakimin bizzat kendisi tarafından geri çevrilecektir.

Ret Kararına İlişkin Kararlara Karşı İstinaf Yolu

Esas hüküm bakımından istinaf yolu kapalı bulunan dava ve işlerde hakimin reddi talebine ilişkin kararlar kesindir. Esas hüküm bakımından istinaf yolu açık olan dava ve işlerde ise merci tarafından verilecek ret talebine ilişkin karara karşı hüküm tarihinden sonra bir haftalık süre içerisinde istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesinin bu konudaki hükmü kesindir.

Ret Kararına İlişkin Kararlara Karşı Temyiz Yolu

Esas hüküm bakımında temyiz yolu kapalı olan dava ve işlerde, bölge adliye mahkemesi başkan ve üyelerinin reddine ilişkin kararlar kesindir. Temyiz yoluna açık olan dava ve işlerde ise ret istemi hakkında verilen karar tefhim veya tebliği tarihinden itibaren bir hafta içerisinde temyiz edilebilecektir. Yargıtay’ın bu konudaki kararı kesin niteliktedir. Bölge adliye mahkemesi hakiminin reddedilmesine ilişkin talebin reddi hakkındaki kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay tarafından bozulması veya ret talebinin kabulü kararının Yargıtay tarafından onanması durumunda ret sebebinin doğduğu tarihten itibaren yapılmış işlemler ve ret talebinde bulunan tarafın itirazda bulunduğu esasa ilişkin işlemler, davaya daha sonra bakacak olan bölge adliye mahkemesi tarafınca iptal edilecektir.

Hakimin Yasaklılığı Nedir?

Hakimin yasaklılığı durumu Hukuk Muhakemeleri Kanununun 34. Maddesinde düzenlenmektedir. Buna göre aşağıdaki hallerde hakim davaya bakamayacak, öyle ki davaya bakmaması yönünde bir talepte bulunulmamış olsa bile hakimin kendiliğinden davadan çekilmesi gerekecektir:

  • Davaya bakacak olan hakimin kendisine ait olan, doğrudan doğruya veya dolayısıyla kendisi ile ilgili olan bir davada
  • Aralarındaki evlilik bağı kalkmış olsa dahi eşi ile ilgili bir davada
  • Hakimin kendisi veya eşinin alt ve üst soyuna ilişkin bir davada ( çocukları, annesi ve babası)
  • Hakimin kendisi ile aralarında evlatlık bağı bulunan kişiler hakkındaki davalarda
  • Üçüncü derece de dahil olmak üzere kan veya oluşturan evlilik bağı kalkmış olsa dahi aralarında kayın hısımlığı bulunan kişilere ilişkin davalarda
  • Hakimin nişanlısına ilişkin bir davada
  • Hakimin kendisinin iki taraftan birinin vekili, vasisi, kayyımı veya yasal danışmanı sıfatıyla hareket ettiği davalarda hakim davaya bakamaz.

Cumhuriyet Savcılarının Yasaklılığı ve Haklarında Ret Talebinde Bulunulması Mümkün Müdür?

Hakimin yasaklılığına ve reddine ilişkin hükümler Cumhuriyet Savcıları bakımından uygulanmamaktadır. Türk Ceza Muhakemesi Kanunu da bu konuda herhangi bir düzenleme öngörmemiştir. Ancak bir soruşturmada Cumhuriyet Savcısının tarafsızlığı konusunda şüpheye düşülmesine sebep olabilecek önemli bir durumun varlığı halinde savcıların mensup olduğu amir makam olan Cumhuriyet Baş Savcılığına başvuruda bulunarak değiştirilmesi talebi ileri sürülebilir. Ancak bu yol yargısal nitelikte değil idari nitelikte bir yoldur.

İstinaf Kanun Yolu Nedir?


İstinaf, ilk derece mahkemesi ile temyiz yolu arasındaki, 2. Derecedeki bir denetim sistemi ve kanun yoludur. Şöyle diyebiliriz ki 1. Derece mahkemenin kararı sonrasında istinaf yoluna başvurulduğunda, verilen karar istinaf yolu ile denetime sokulacak, daha sonra temyiz yolu açık ise temyize başvurulabilecektir. İstinaf ne demek?

İstinaf Kanun Yolunda Görevli Mahkeme Nedir?

İstinaf denetim sistemini uygulayan mahkemelere BAM (Bölge Adliye Mahkemesi) veya istinaf mahkemesi de denmektedir. Şu anda geçici olarak 9 ilde BAM (Bölge adliye mahkemeleri), istinaf incelemesini yapmaktadır. Mahkeme sayısı ileride artacaktır.
Bu sistem sayesinde adli yargıda 3 dereceli bir sisteme geçilmiştir. Önce ilk derece mahkemesinde karar verilecek daha sonra bölge adliye mahkemesinde istinaf denetimi yapılacak, son olarak ise Yargıtay’da temyiz incelemesi gerçekleştirilecektir. Bu sayede 1.derece mahkemesinin kararı 2 süzgeçten geçeceği için daha adaletli ve daha sağlam bir hukuk sistemi kurulmuş olacaktır.

İstinaf ile Temyiz Arasında Temel Farklılık Nedir?

Temyiz incelemesinde Yargıtay, kararı hukuki olarak denetler yani verilen kararın hukuka uygun mu verildiğini yoksa hukuka uygun olmayan bir biçimde verildiğini denetler. İstinaf kanun yolunda ise kararı hem olay hem de hukuki olarak bir denetime tabi tutar.

İstinaf Mahkemesi Nedir?

Yukarıda istinaf mahkemelerine Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) denildiğinden söz etmiştik. İstinaf mahkemesi, 1. Derece hukuk veya ceza mahkemelerinin son kararlarına yapılan itiraz yani istinaf başvurularını denetlemek ve incelemek ile görevli bir üst derece mahkemesidir. Yerel mahkemeler, yani hukuk ve ceza uyuşmazlıkları hakkında karar veren mahkemeler 1. Derece mahkeme kabul edilir. İstinaf yani bölge adliye mahkemeleri 2.derece olarak adlandırılır.

Bu mahkemelerin işleyiş sistemleri ‘’Bölge Adliye mahkemeleri Kuruluş, görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’’ ile düzenlenmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi istinaf mahkemeleri hem olay hem de hukuki yönden inceleme ve denetim sağlar. Bu kanun yolu çiçeği burnunda, taze bir denetim yoludur. Bizim yargı sistemimizde istinaf 2 çeşit kanun yolu mevcuttur. Bunlar; ceza istinaf yolu ve hukuk istinaf yoludur.

Bölge Adliye (İstinaf) Mahkemesinin Görevleri Nelerdir?

İstinaf mahkemeleri, bölgelerin durumlarına göre ve iş yoğunluklarına göre kurulur. Ülkemizde İstanbul, Bursa, İzmir, Ankara, Konya, Samsun, Adana, Erzurum, Diyarbakır, Antalya, Gaziantep, Kayseri, Sakarya, Trabzon ve Van’da bölge adliye mahkemeleri kurulmuştur.
İstinaf mahkemeleri, Başkanlık, başkanlar kurulu, daireler, cumhuriyet başsavcılığı, adalet komisyonu ve müdürlüklerden oluşturulmuştur. Her mahkemede 1 başkan bulunur, başkanlık bu başkan ve yazı işleri müdürlüğünden oluşur.

Bütün istinaf mahkemelerinde en az 3 tane hukuk dairesi, en az 2 tane ceza daire bulunmakta olup adalet bakanlığının gerekli gördüğü hallerde bu sayılar artırılabilir. Bahsettiğimiz bu daireler bir başkan ve yeterli sayıda üyeden oluşur.

Bu mahkemelerin işleyişini düzenleyen kanunda bahsedildiği üzere bölge adliye mahkemelerinin görevleri şu şekilde düzenlenmektedir;

  1. İlk derece mahkemelerinin verdiği, kesin olmayan hüküm ve kararlara karşı yapılan başvuruları incelemek ve karara bağlamak,
  2. Yargı çevresi içinde bulunan ilk derece mahkemelerinin arasındaki yetki ve görev uyuşmazlıklarını çözmek
  3. Yargı çevresi içindeki ilk derece mahkemelerinin bir davaya bakmasına fiili veya hukuki engel çıktığı zaman ya da iki mahkemenin yargı sınırlarının belirlenmesinde tereddüt oluştuğu takdirde, o davanın yargı çevresi içerisinde başka bir ilk derece mahkemesine nakline veya yetkili olan mahkemenin tayinine karar vermektir.

İstinaf Başvurusunda Şartlar Nelerdir?

Kanun koyucu İstinaf başvuruları için bazı şartlar getirmiştir. Bu şartlar HMK md 341’de sayılmıştır:

  1. Birinci derece hukuk mahkemelerinin, miktar veya değeri 4.400 TL’yi (2019 yılı için) geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararları kesindir. Lakin manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf kanun yoluna başvurulabilir. (HMK Md. 341/2).
  2. Alacak konusunun bir kısmının dava edilmiş olması durumunda 4.400 TL’lik kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir (HMK Md. 341/3).
  3. Alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü 4.400 TL’yi geçmeyen taraf, istinaf kanun yoluna başvuramaz (HMK Md. 341/4.
  4. Kural olarak yerel mahkemenin verdiği ara kararlara karşı istinaf yoluna başvuru yapılamaz. Ancak, bu ara kararları da son karar aleyhine istinaf başvurusu yapılması halinde istinaf incelenmesinde hüküm ile denetlenir.
  5. İhtiyati haciz, ihtiyati tedbir birer ara karar olmasına rağmen bu ara kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurulabilinir. (HMK Md. 341/1).

İstinaf Başvurusu Nasıl Yapılır? İstinaf Başvurunda Süreler Nelerdir?

İstinaf yoluna başvuru süresi hükmün öğrenilmesinden ya da hükmün kişiye tebliğ edilmesinden sonra 7 gün olarak belirlenmiştir. Kararın verilmesinden sonra kararı veren mahkemeye bir İstinaf dilekçesi vermek suretiyle veya mahkemeye tutanak tutturularak istinaf başvurusu yapılır. Sanığın görülmekte olan davada hazır bulunduğu ancak avukatın hazır bulunmadığı davalarda bu süre, kararın sanığa açıklanmasından itibaren başlar. Kendisine zorunlu avukat atandığından habersiz sanık hakkında bu süreler, kararın avukata açıklanması ile değil, sanığın öğrenmesi ile başlar. Savcı istinaf başvurusu yapmak için gerekçe göstermek zorundadır. Diğer istinaf başvurusu yapanlar dilekçede gerekçe göstermek zorunda değildir.

Kararı veren ilk derece mahkemesi, istinaf başvurusu yapılması halinde aşağıdaki hususları inceler:

  1. Başvuru süresinde yapılmış mı?
  2. İstinaf başvurusunda bulunanın buna hakkı var mı?
  3. Karar, aleyhine istinaf başvurusu yapılacak kararlardan mı?

İstinaf Dilekçesi Örneği (Hukuk Mahkemeleri)

_____ BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ HUKUK DAİRESİNE

Sunulmak Üzere

_____Hukuk Mahkemesi Sayın Hakimliği’ne

Duruşma İstemlidir

İSTİNAF YOLUNA

BAŞVURAN DAVACI                :_______________

DAVALI                                      :_______________

KONU                              : …………… Asliye Hukuk Mahkemesi ……/….. E. sayılı …. Karar sayılı ….tarihli kararının istinaf ile kaldırılarak davanın esatan  kabulü talebi hakkında.

AÇIKLAMALAR    :

Usule İlişkin Açıklamalar

Easa İlişkin Açıklamalar

Yukarıda yazılan sebeplerden ötürü dosyanın esastan kabulü gerekmektedir.

HUKUKİ SEBEBLER : HMK, MK ve sair mevzuat.

DELİLLER                 :Nüfus kaydı, gerektiğinde tanık beyanı ve her türlü kanuni delil.

SONUÇ VE TALEP   : Yukarıda belirtilen nedenlerle

  1. …………… Asliye Hukuk Mahkemesi ……/….. E. sayılı …. Karar sayılı ….tarihli kararının istinaf incelemesi ile kaldırılmasını ve yeniden yargılama ile talebimiz gibi davanın kabulüne karar verilmesini;
  2.  Yargılama giderleri ve ücreti vekaletin karşı tarafa tahmiline karar verilmesini saygılarımla arz ve talep ederim.

Davacı

_____________

İstinaf Mahkemesinin Dosya Üzerinden İnceleme Üzerine Verebileceği Kararlar

İstinaf mahkemesi dosya üzerinden inceleme yaptığı zaman şu kararları verebilir.

  1. Esastan Ret: Mahkeme usul ve hukuka aykırılık bulamadıysa, delil ve işlemlerde eksiklik yok ise, ispat kurumu yerinde kullanılmışsa mahkeme bu kararı verebilir.
  2. Düzelterek Esastan Ret: Mahkeme burada kararın değişmesini gerektirmeyecek hatalar mevcut ise bu hataları düzelterek ret kararı verebilir. (Kanun maddesinin yanlış yazımı gibi)
  3. Bozma Kararı: Mahkeme sayılan hukuka aykırılık hallerinde bu kararı verebilir. (CMK md 289)

İstinafa Karşı Direnme Yasağı

İlk derece mahkemeleri, istinaf yani bölge adliye mahkemesinin vermiş olduğu bozma, karar ve hükümlere karşı asla direnemez. Yani istinaf mahkemesinin vermiş olduğu karara kesin bir şekilde biat etmelidir. İstinaf mahkemesinin vermiş olduğu kararları yerine getirmek zorundadır.

İstinafın Yararı Nedir?

İstinaf sayesinde daha güvenli bir yargılama sistemi sahibi olundu. Çünkü ilk derece mahkemenin verdiği karar 1 değil 2 defa denetimden geçebilecek kararın hukuka ve olaya uygunluğu 2 defa denetlenecek bu sayede hata oranı düşük seviyeler düşecektir. İstinaf aşamasında 1. Derece mahkemenin verdiği karar denetlenebileceği gibi İstinaf mahkemesinin gerekli gördüğü hallerde yeniden yargılama yapılması mümkün olacaktır. Pek çok dünya ülkesinde bu 3 dereceli sistem uygulanmaktadır.

İstinaf mahkemelerinin getirmiş olduğu bu 3 dereceli sistem sayesinde, hukuka ve yargıya olan güven artacak insanların hukuk yollarını özenle ve güvenle kullanmalarını sağlayacaktır. İstinaf yolunun bir başka olumlu tarafı da Yargıtay’ın çok olan iş yükünü azaltmaktır. Bu sayede Yargıtay daha rahat ve sakin kararlar verebilecek. Bu sayede Yargıtay’ın verdiği kararların da sağlıklı ve güvenli olmasına sebep olacaktır.

Ancak dosya sayısındaki çokluk ve mahkeme sayısındaki yetersizlik nedeniyle istinafta bulunan dosyaların karara çıkma süreleri aşırı bir şekilde uzamıştır.

İstinaf Mahkemesinin Kararının Temyiz Edilmesi

Bahsettiğimiz 3 dereceli sistemdeki 3. Derece Yargıtay’dır. Yargıtay istinaf mahkemesinin vermiş olduğu kararların incelenmesi üzerine gönderildiği üst mahkemedir. Temyiz süresi, istinaf mahkemesinin kararı açıklamasından ya da tebliğ etmesinden sonra 15 gündür.

Bölge İdare Mahkemesine İstinaf Başvurusu Süresi nedir?

İdare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı, başka kanunlarda farklı bir kanun yolu olsa dahi, mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde istinaf yoluna başvurulur. Lakin, konusu beş bin Türk lirasını geçmeyen vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemlere karşı açılan iptal davaları hakkında idare ve vergi mahkemelerince verilen kararlar kesin hüküm teşkil edip, bunlara karşı istinaf yoluna başvurulamaz.