Hukuki Uyuşmazlıklarda Zorunlu Ve İhtiyari Arabuluculuk


Arabuluculuk, bir özel hukuk uyuşmazlığında tarafların özgür iradeleriyle seçtikleri tarafsız ve uzman bir üçüncü kişinin hakemliğinde yürütülen bir uyuşmazlık çözüm yöntemidir. Arabulucu olarak nitelendirilen bu üçüncü kişi bazı sistematik teknikler uygulayarak müzakerede bulunmak amacıyla tarafları bir araya getirir ve tarafların birbirlerini anlayarak çözümü kendilerinin üretmesi için iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştirir. Taraflar çözüm önerisi getiremediği takdirde arabulucu çözüm önerileri sunabilmektedir.

Arabuluculuk, ihtiyari ve zorunlu olarak ikiye ayrılır.

Zorunlu Arabuluculuk: Bazı uyuşmazlıklar için mahkemeye dava açılmadan önce arabulucuya gitme zorunluluğu bulunmaktadır. Zorunlu arabuluculuk, bu uyuşmazlıklar bakımından bir dava şartıdır. Dolayısıyla arabulucuya başvurmadan açılacak dava, dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilecektir. Ticari davalar ve kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti gibi iş davalarına konu teşkil eden bazı talepler zorunlu arabuluculuk kapsamı içerisinde yer almaktadır.

İhtiyari Arabuluculuk: Tarafların arabulucuya gitme zorunluluğu olmamakla birlikte, kendi özgür iradeleriyle uyuşmazlığın çözümü amacıyla dava açmadan önce arabulucuya başvurması durumudur. Tarafların üzerinde tasarrufta bulunabilecekleri her türlü özel hukuk uyuşmazlığı bakımından ihtiyari arabuluculuk yoluna başvurabilmeleri mümkündür.

Suç teşkil eden fiillerle bağlantılı uyuşmazlıkların çözümü içim arabuluculuk yoluna başvurulamaz. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü Ceza Muhakemesi Kanunu’nun uzlaştırma hükümleri çerçevesinde uzlaştırma büroları tarafınca çözülecektir.

Kimler Arabulucu Olabilir?

Arabuluculuk Kanunu’nun 20. Maddesinde arabulucu; “Hukuk fakültesi mezunu, mesleğinde en az 5 yıllık deneyime sahip olan, arabuluculuk, iletişim ve görüşme teknikleri konularında uzmanlık eğitimi almış kişidir.” şeklinde tanımlanmıştır. Arabulucular, hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra iletişim tekniklerini, müzakere ve uyuşmazlık çözüm yöntemlerini, davranış psikolojisini, arabuluculuk faaliyetinin temel bilgilerini içeren bir mesleki eğitime tabi tutulurlar. Arabuluculuk sınavında başarılı olunmasıyla bu faaliyette bulunabilmek için arabuluculuk listesine kayıt yaptırmak zorundadırlar. Bu liste Adalet Bakanlığı tarafından tutulur.

Arabuluculuk Görüşmelerine Kimler Katılabilir?

Arabuluculuk toplantılarına katılabilecek olanlar, taraflar, vekaletteki yetki veya özel yetki ile tarafların avukatları, tarafların kanuni temsilciler ve taraflarca açık rıza verilmesi halinde uyuşmazlığın çözümünde katkısı bulunabilecek uzman kişilerdir.

Ticari Davalarda Arabuluculuk

6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 5/a maddesi uyarınca, TTK’nın 4. Maddesinde belirtilen tüm ticari davalar ile diğer özel kanunlarda yer alan ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat istemleri hakkında dava açılmasından önce arabulucu yoluna başvurulmuş olması dava şartı olarak aranmaktadır. Arabulucu bu başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren altı hafta içinde sonuçlandıracaktır. Bu süre zorunlu hallerde iki haftaya kadar uzatılabilmektedir.

İş Hukukunda Zorunlu Arabuluculuk

7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu uyarınca işçi ve işveren arasındaki yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, maaş gibi işçilik alacakları ile ihbar tazminatı, kıdem tazminatı gibi tazminatlardan kaynaklanan uyuşmazlıklar için zorunlu arabuluculuk yoluna başvurmak gerekmektedir. Arabulucuya başvurmadan iş mahkemesine dava açılması durumunda bu dava “dava şartı yokluğu” nedeniyle usulden reddedilir.

Başvurulacak olan arabulucu her iki tarafça kabul edilmelidir. Tarafların bir arabulucu üzerinde anlaşamamaları halinde her adliyede bulunan “arabuluculuk merkezi”, listeye kayıtlı olan arabulucular arasından birini seçerek uyuşmazlığın çözümünde görevlendirir.

İş davalarında arabulucu dosyanın kendisine atanmasından itibaren üç hafta içerisinde uyuşmazlığı çözüme kavuşturur. Bu süreç zorunlu hallerde bir hafta daha uzatılabilmektedir.

Arabuluculuk Sürecinin Hak Düşürücü Süre Ve Zamanaşımı Sürelerine Etkisi

Arabuluculuk süreci, tarafların dava açılmadan önce arabuluculuk yoluna başvurması halinde arabulucu tarafından ilk görüşmeye davet edilmeleri ve sürecin devam etmesi hususunda anlaşmaları ve bu durumu bir tutanakla belgelendirdikleri tarihten itibaren başlar.

Tarafların dava açıldıktan sonra arabulucuya başvurması halinde ise bu süreç, mahkemenin arabuluculuk davetinin taraflarca kabul edilmesi veya tarafların arabulucuya başvurma konusunda anlaşarak bunu mahkemeye bildirmeleri ya da duruşmada bu beyanların tutanağa geçirildiği tarih itibariyle başlayacaktır.

Arabuluculuk sürecinin başlamasından sonra ermesine kadar geçen süre zamanaşımı süresi ve hak düşürücü sürenin hesaplanmasında göz önünde bulundurulmayacaktır. Son tutanak ile birlikte davacı davasının tabi olduğu zamanaşımı süresi içerisinde mahkemeye başvuru yapmalıdır. İşe iade davaları bakımından son tutanağı alan davacının iki hafta içerisinde davayı açması gerekmektedir.

Arabuluculuk Toplantısına Katılmayan Tarafın Sorumluluğu

Arabuluculuk Kanunu uyarınca arabuluculuk faaliyetini, taraflardan birinin mazeret bildirmeksizin ilk toplantıya katılmaması nedeniyle son bulması halinde toplantıya katılmayan taraf son tutanakta bildirilir ve bu taraf uyuşmazlıkta kısmen veya tamamen haklı çıksa dahi yargılama giderlerinin tamamında sorumlu tutulacak, ayrıca bu taraf lehine vekalet ücretine hükmedilmeyecektir. Her iki tarafında görüşmeye katılmaması halinde açılacak davalarda tarafların yaptıkları yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır. Ancak bu durumda haklı çıkan taraf lehine avukatlık vekalet ücretine hükmedilebilecektir.

Arabuluculuk Ücreti

Arabulucu, yaptığı hizmet karşılığında bir hizmet alacaktır. Bu ücret, taraflarca aksi kararlaştırılmadığı takdirde faaliyetin sonra erdiği tarihte yürürlükte olan Arabulucu Asgari Ücret Tarifesi uygulanarak belirlenir.
Arabulucu ücreti ve diğer her türlü masraf taraflar aksini kararlaştırmadıkça eşit olarak karşılanır.

Arabulucuya başvuru süresi nedir?

Taraflar, uyuşmazlığın her aşamasında arabuluculuk yoluna başvurma şansına sahiptir. Dava açılmadan önce veya dava açıldıktan sonra bu yola başvurulabilecektir.

Davanın açılmış olduğu durumda mahkeme de tarafları arabulucuya başvurma konusunda teşvik edebilir. Uyuşmazlığın taraflarından biri diğer tarafa bu hususta bir teklif sunabilir. Arabulucuya başvurma hususunda karşı tarafa iletilen teklifin otuz gün içerisinde olumlu cevaplanmaması teklifin reddedilmesi anlamına gelecektir.

Davanın açılmasından sonra tarafların birlikte arabuluculuk yoluna başvuracaklarına bildirmeleri halinde yargılama, mahkeme tarafından üç ayı geçmemek üzere ertelenir. Bu süre tarafların mahkemeye tekrar birlikte başvurmaları halinde üç aya kadar uzatılabilecektir.

Hangi Uyuşmazlıklar İçin Arabuluculuk Yoluna Başvurulamaz?

Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri hukuki sorunlara ilişkin uyuşmazlıkların çözümü amacıyla arabulucuya başvurulamaz. Bu uyuşmazlıklar genellikle kamu hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklardır. Bunun yanı sıra aile hukuku gibi özel hukuk alanlarına ilişkin bazı uyuşmazlıklar da arabulucu yoluyla çözülememektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca uzlaştırma/uzlaşma kapsamı içerisinde sayılan bir suç ile ilgili uyuşmazlıklar da Arabuluculuk Kanunu kapsamı dışındadır.

Ceza davaları, nüfus kaydının düzeltilmesi davaları, çocuğun velayeti, aile içi şiddet iddiası içeren uyuşmazlıklar, idari yargının yetkisindeki tam yargı davaları ve iptal davaları, vergi hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıklar ve iş hukukundan kaynaklanan hizmet veya iş kazasının tespiti gibi tespit davaları da arabuluculuk yoluyla çözüme gidilemeyecek diğer uyuşmazlıklardır.

Arabuluculuğa Hakim Temel İlkeler

İradi Olma ve Eşitlik İlkesi: Tarafların arabulucuya başvurmak, bu süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak ve süreci sonlandırmak konusunda serbest olmalarını ifade eder. Bu serbestliğin istisnası İş Kanunu 18/a hükmü ile getirilen dava şartı olarak arabuluculuk ile bazı ticari davalara getirilen zorunlu arabuluculuktur.

Gizlilik İlkesi: Arabulucu, arabuluculuk faaliyeti süresinde kendisine sunulan veya diğer bir şekilde elde ettiği bilgi ve belgeler ile diğer kayıtları gizli tutmak zorundadır. Taraflar ve görüşmeye katılan diğer kişiler de buna uymak zorundadırlar. Arabuluculuk Kanunu’nun 33. Maddesinden gizlilik ilkesine aykırı hareket edilmesi sonucu bir kişinin hukuken korunan menfaatinin zarar görmesine neden olan kişinin, şikayete bağlı olarak, altı ay hapis ile cezalandırılması öngörülmüştür.

Beyan ve Belgelerin Kullanılmaması İlkesi: Taraflar, arabulucu veya görüşmelere katılanlar da dahil üçüncü bir kişi uyuşmazlıkla ilgili hukuk davası açıldığı takdirde veya tahkim kurumuna başvurulması durumunda kanunda sayılan beyan ve belgeleri delil olarak ileri süremeyecek ve bunlar hakkında tanıklık yapamayacaktır. Kanunda bu belge ve beyanlar şöyle sıralanmıştır;

  • Arabuluculuk daveti ve katılma talebi
  • Tarafların görüşmelerde sunduğu görüş ve teklifler
  • Tarafların önerileri, herhangi bir vaka ve iddianın kabulü
  • Arabuluculukta hazırlanan belgeler

Arabuluculuk yazımızda başvuru formlarına ulaşabilirsiniz.

Sözleşmelerde Genel İşlem Koşulları


Borçlar hukukunun temelini bireysel sözleşmeler oluşturmaktadır. Bireysel sözleşmeler, bir tarafın önerisine karşılık karşı tarafın kabul beyanını açıklaması veya karşı öneride bulunması ve bu aşamaların sonucu olarak karşılıklı irade beyanlarının birbiriyle uyumlu hale gelmesi ile tarafların bir anlaşmaya vardıkları sözleşmeleri ifade etmektedir. Bu sözleşmelerde şartlar taraflarca tartışılmakta ve belirlenmektedir. Ancak günümüzde sosyal ve ekonomik gelişmelerin ışığında kitlelere yönelik hizmet ihtiyacı ciddi oranda artış göstermiş ve buna yönelik üretim mecburiyeti doğmuştur.

Dolayısıyla bireysel sözleşmelere ek olarak usulü kolaylaştırmak ve işlemleri hızlandırmak amacıyla yeni bir sözleşme modeli ortaya çıkmıştır. Bankalar, sigorta şirketleri, seyahat ve taşıma işletmeleri, dayanıklı tüketim malları üretimi ve pazarlaması yapan girişimciler, sözleşme henüz kurulmadan önce soyut ve tek taraflı olarak belirlenmiş sözleşme koşulları hazırlayarak bu koşullarla gelecekte kurulacak olan belirsiz sayıda ancak aynı şekil ve tipte olan hukuki işlemleri düzenlemektedirler.

Sözleşmenin kurulmasından önce hazırlanmış bu tip sözleşme koşulları için “genel işlem koşulları” kavramı kullanılmaktadır. Aynı zamanda bu tür sözleşmelere “tip sözleşme”, “kitle sözleşme”, “katılmalı sözleşme”, “formüler sözleşme” de denebilmektedir. Kitlelere yönelik bu sözleşmeler açısından sözleşmenin kurulmasına ilişkin görüşmeler yapılmaz. Sözleşmenin karşı tarafı için; kendisine dayatılan, önceden belirlenmiş olan bu koşulları kabul etmek ve sözleşmeyi kurmak ve söz konusu sözleşmenin içeriğinde düzenlenen edim veya hizmetten feragat etmek üzere sözleşmeyi hiç imzalamamak imkanları mevcuttur. Bu tarafın sözleşmenin maddeleri bakımından belirleyici rol alması mümkün değildir. Dolayısıyla genel işlem koşullarını belirleyen taraf karşısında zayıf konumda bulunan bu kişilerin haklarının hukuk düzenince korumaya alınması gerekmektedir.

Genel İşlem Koşulları Nedir? Özellikleri Nelerdir?

Genel işlem koşulları Türk Borçlar Kanunu’nun 20 ila 25. Maddeleri arasında düzenlenmiştir. Kanun koyucu TBK m.20’de genel işlem koşullarının tanımını yapaktadır. Buna göre; “Genel işlem koşulları, bir sözleşme yapılırken düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanmak amacıyla, önceden, tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleridir. Bu koşulların, sözleşme metninde veya ekinde yer alması, kapsamı, yazı türü ve şekli, nitelendirmede önem taşımaz.”
Bu hüküm kapsamında, genel işlem koşullarının tamamının veya bir kısmının sözleşme metninde ya da ekinde değişik karakterlerle yazılması suretiyle, bunların emredici yasal düzenleme kapsamı dışında bırakılması önlenmek istenmiştir. Yine hangi konudaki hükümlerin genel işlem koşulu sayılacağı yönünde sıralama yapmak yerine, her türden sözleşmenin içereceği hükümler, genel işlem koşulu tanımı kapsamına girdiği takdirde, genel işlem koşulu olarak kabul edilecektir.

Genel İşlem Koşullarının Unsurları

  1. Bir tarafın sözleşme koşullarını tek taraflı olarak hazırlamış olması: Yapılan bir sözleşmenin genel işlem koşulu sayılabilmesi için öncelikle sözleşme maddelerinin tek taraflı olarak hazırlanmış olması aranır.
  2. İleride çok sayıda benzer sözleşme için kullanılmak amacı taşıması: Sözleşmenin genel işlem koşulu sayılabilmesi için maddelerin belirli bir kişi veya kişiler için değil, sözleşmenin kurulabileceği herkes için uygulanmak üzere daha sonra yapılacak sözleşmelere yönelik bir tip sözleşme olmasının amaçlanması gerekir.
  3.  Hazırlanan sözleşmenin karşı tarafa sunulması: Tek taraflı olarak hazırlanan bu sözleşmenin karşı tarafa pazarlık yapma ve tartışma imkanı olmadan sunulması gerekmektedir. Bu çerçevede Türk Borçlar Kanunu’nun 20.maddesinin 3.fıkrasında, her bir maddede ayrı ayrı veya sözleşmenin herhangi bir maddesinde ya da ayrı bir sözleşmede bulunan, bu koşulların her birinin tartışılarak kabul edildiğine ilişkin kayıtların, tek başına bu sözleşmeleri genel işlem koşulu olmaktan çıkarmayacağı düzenlenmiştir.

TBK’nın 20. Maddesinin son fıkrası uyarınca, “Genel işlem koşullarıyla ilgili hükümler, sundukları hizmetleri kanun veya yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütmekte olan kişi ve kuruluşların hazırladıkları sözleşmelere de, niteliklerine bakılmaksızın uygulanır.”

Genel İşlem Koşullarına Karşı Koruma Mekanizmaları

  1. Yazılmamış Sayılma
    Türk Borçlar Kanunu’nun 21. Maddesinde “Karşı tarafın menfaatine aykırı genel işlem koşullarının sözleşmenin kapsamına girmesi, sözleşmenin yapılması sırasında düzenleyenin karşı tarafa, bu koşulların varlığı hakkında açıkça bilgi verip, bunların içeriğini öğrenme imkânı sağlamasına ve karşı tarafın da bu koşulları kabul etmesine bağlıdır. Aksi takdirde, genel işlem koşulları yazılmamış sayılır.
    Sözleşmenin niteliğine ve işin özelliğine yabancı olan genel işlem koşulları da yazılmamış sayılır.” İfadeleri kullanılmıştır.
    Bu hüküm çerçevesinde karşı tarafın menfaatine aykırı olarak genel işlem koşulları düzenlendiği takdirse bu koşulların varlığını koruyabilmesi için karşı tarafın bu konu hakkında açıkça ve tereddüde imkan bırakmayacak şekilde kapsamlı olarak bilgilendirilmiş olması ve karşı tarafın da bu koşulları kabul etmesi gerekmektedir. Kabul açık veya örtülü şekilde yapılabilir. Açık kabul ile kastedilen, iradenin, karşı tarafça herhangi bir yorumunu veya varsayımını gerektirmeyecek şekilde açık ve net olarak ortaya konmasıdır. Örtülü kabul ise, iradenin açık bir biçimde belirtilmemiş olmasına rağmen kabul iradesini ortaya koyan aktif bir davranış veya susma fiili ile karşı tarafa yöneltilmesini ifade eder.
    Bir sözleşmeye ilişkin olarak genel işlem koşullarının yazılmamış sayılması durumunda sözleşmenin söz konusu genel işlem koşulları haricindeki hükümleri Türk Borçlar Kanunu’nun 22. Maddesi uyarınca geçerliliğini koruyacaktır. Bu durumda genel işlem koşullarını düzenlemiş olan tarafın, yazılmamış koşullar olmasaydı bu sözleşmeyi yapmayacak olduğunu ileri sürme imkanı bulunmamaktadır.
  2.  Aleyhe Yorum Yasağı
    Türk Borçlar Kanunu’nun 23. Maddesi uyarınca genel işlem koşullarında yer alan bir hükmün açık ve anlaşılır olmaması veya birden çok anlama gelmesi durumunda düzenleyenin aleyhine ve karşı tarafın lehine yorumlanacaktır.
  3. Tek Taraflı Aleyhe Değiştirme Yasağı
    Türk Borçlar Kanunu’nun 24. Maddesinde “Genel işlem koşullarının bulunduğu bir sözleşmede veya ayrı bir sözleşmede yer alan ve düzenleyene tek yanlı olarak karşı taraf aleyhine genel işlem koşulları içeren sözleşmenin bir hükmünü değiştirme ya da yeni düzenleme getirme yetkisi veren kayıtlar yazılmamış sayılır.” Şeklinde düzenlenmiştir. Bu madde çerçevesinde düzenleyenin karşı taraf aleyhine olmak üzere tek yanlı düzenleme yapma yetkisinin asıl sözleşmenin herhangi bir yerinde veya ayrı bir sözleşme ile tanınmış olmasının bir önem arz etmediğinin üzerinde durulmaktadır. Ancak yine düzenleyen bakımından karşı taraf aleyhine düzenleme ve değişiklik yapma yetkisi tanınması hususuna müsaade edilmemiş olsa da bunun aksi bir durumda yani karşı tarafın lehine bir düzenleme yapılmasına olanak tanıyan kayıtlar geçerli olacaktır.
  4. Dürüstlük Kuralına Aykırı Şekilde Aleyhe Hüküm Koyma Yasağı
    Türk Borçlar Kanunu’nun 25. Maddesinde bu husus; “Genel işlem koşullarına, dürüstlük kurallarına aykırı olarak, karşı tarafın aleyhine veya onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte hükümler konulamaz.” İfadesi ile düzenlenmiştir. Dolayısıyla bir sözleşmede karşı taraf aleyhine ya da onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte bir hükmün veya hükümlerin tespit edilmesi durumunda bu hükümlerin dürüstlük kuralına aykırı olup olmadığı hususu değerlendirilecektir. Dürüstlük kuralına aykırı olarak düzenlendiği anlaşılan koşullar için öngörülen yaptırım ise yazılmamış sayılmadır. Bu hükümlerin dürüstlük kuralına aykırı olup olmadığı değerlendirilirken somut olayın nitelikleri göz önünde bulundurulacaktır.
    25. madde kapsamında bir içerik denetimi söz konusudur. Genel işlem koşullarının içeriği Türk Medeni Kanunu’nun 2. Maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı bakımından denetime tabi tutulmuştur.

Uyuşturucu Madde Ticareti Suçu Ve Cezası


Uyuşturucu madde ticareti suçu, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imali, ithali, ihracı, ülke içinde satılması, satışa arz edilmesi, başkalarına verilmesi (temin etme), sevk edilmesi, nakledilmesi, depolanması veya ticaret amacıyla satın alınması, kabul edilmesi ile işlenebilmekte olan seçimlik hareketli bir suçtur. Uyuşturucu madde ticareti suçu Türk Ceza Kanunu’nun 188. Maddesinde “Kamu Sağlığına Karşı Suçlar” başlığı altında düzenlenmiştir.

Uyuşturucu madde; kişide uyuşturma etkisi bulunan ve genellikle alışkanlık yaratan maddeleri ifade eder. Narkotik madde olarak isimlendirilir. Ceza kanununda uyuşturucu maddelerin tanımına yer verilmemiştir. Dolayısıyla uyuşturucu etkisi olan ve bağımlılık yapan bütün maddelerin söz konusu suçun konusunu oluşturabileceği söylenebilir.

Uyuşturucu Madde Ticareti Suçu Hangi Yollarla İşlenebilir?

  1. Uyuşturucu Madde İmal Etme
    Bir maddenin işlem görerek başka bir uyuşturucu maddeye dönüştürülmesini ifade eder. İşleme tabi tutulan maddenin niteliğinin değişmesi gerekmektedir. Eğer maddenin niteliği değişmiyor veya işlem maddenin mevcut niteliğinin uzun süre korunmasına yönelik bir nitelik taşıyor ise uyuşturucu madde imal etme eyleminin gerçekleştiğinden söz edilemez. Aynı zamanda bu durumda uyuşturucu maddenin imalatı için kullanılan aletlerin ve mekanın bu işlem için elverişli olması aranır. Olay yerinde varlığı tespit edilen aletlerin bu suça elverişli olup olmadığı Adli Tıp Kurumu tarafınca tespit edilmelidir.
  2. Uyuşturucu Madde İthal Etme
    Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak ülke içine sokulmasını ifade eder. Uyuşturucu ya da uyarıcı maddenin, gümrük kapısından ya da gümrük kapısı dışındaki kara, deniz ve hava sınırlarının herhangi bir yerinden ülkeye alınmasına bakılmaksızın yurt dışından Türkiye siyasi sınırları içerisine sokulmuş olması suçun oluşması için yeterlidir. Türkiye, uyuşturucu maddenin bir ülkeden başka bir ülkeye geçirilmesinde transit geçiş olarak kullanılıyorsa bu hal ithal ya da ihraç değil, uyuşturucu madde nakletme durumunu oluşturur. Yargıtay içtihadına göre uyuşturucu madde ithal etme suçu, kural olarak, uyuşturucu maddenin ülke sınırından içeri sokulması ile tamamlanır. Ancak, suçun faili uyuşturucu maddeyi gizlemeden gümrük görevlilerine kendiliğinden bildirdiği takdirde, istisna olarak, failin ithal kastının bulunmadığı ve eyleminin uyuşturucu madde bulundurma ve nakletme suçunu oluşturduğu kabul edilir.
  3. Uyuşturucu Madde İhraç Etme
    Yurt içinde bulunan uyuşturucunun ülke sınırları dışına çıkarılmasını ifade eder. Bu suç ancak maddenin gümrük kapısından geçirilmesiyle meydana gelir. Gümrük kontrolleri sırasında yakalandığı takdirde fiil teşebbüs halinde kalmış olacaktır. Uyuşturucu maddenin henüz gümrük alanına gelmeden önce tespit edilmesi halinde ise uyuşturucu madde ihraç etme değil, uyuşturucu madde bulundurma ve nakletme eylemi gerçekleşmiş olacaktır.
  4. Uyuşturucu Madde Sevk veya Nakletme
    Uyuşturucu maddenin bir başkasına verilmesi veya devrederek kullanılmasının sağlanması amacıyla bir yerden başka bir yere götürülmesini ifade eder. Uyuşturucu maddeyi kendisi için nakleden kimse kullanım miktarı sınırlarının aşılmaması koşuluyla kişisel kullanım için uyuşturucu madde bulundurma suçunu işlemiş olacaktır.
  5. Uyuşturucu Madde Satma, Satışa Arz Etme veya Satın Alma
    Uyuşturucu maddenin satılması, bir bedel karşılığı başkasına devredilmesini, satışa arz etme, satış aşamasına gelmemiş ancak hazırlık hareketlerinin başlamış olmasını, satın alma ise uyuşturucu maddeyi ticari amaç için devralmayı ifade eder. Bu üç fiilin cezası da aynıdır.
  6. Uyuşturucu Madde Temin Etme
    Kişinin elinde bulundurduğu uyuşturucu ya da uyarıcı maddeyi satış amacı taşımaksızın ve bir bedel almadan başkasına vermesini ifade eder.

Uyuşturucu Madde Ticareti İle Uyuşturucu Madde Kullanımı Arasındaki Farklar

Uyuşturucu madde ticareti ile kullanmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurma birbirinden farklı suçlar teşkil etmektedir. Bu iki suç arasındaki en önemli ölçüt yakalanan uyuşturucu maddenin miktarıdır. Bulunduranın kişisel ihtiyaç sınırını aşacak nicelikte uyuşturucu madde bulundurması kullanım amacının dışına çıkıldığının göstergesi kabul edilir. Bu sınır bireyin fiziksel ve ruhsal yapısı ile maddenin niteliği, cinsi ve kalitesine göre farklılık gösterebilmektedir.

Sanığın uyuşturucu maddeyi bir başkasına satma, devretme ya da tedarik etme noktasında herhangi bir davranış sergileyip sergilemediği araştırılır. Aynı zamanda uyuşturucu maddenin nerede bulundurulduğu da önem teşkil etmektedir.

Uyuşturucu maddenin bulundurulma şekli de suçun niteliğinin tespiti hususunda önemli bir noktadır. Söz konusu maddenin çok sayıda küçük paketler halinde bulunması, her paketin içinde aynı miktarda uyuşturucu madde bulunması, maddenin bulunduğu yerde hassas terazi veya ambalajlar bulunması maddenin kullanım amacı dışında bulundurulduğu konusunda bir belirti meydana getirecektir.

Uyuşturucu Madde Ticareti Suçunun Cezası

Türk Ceza Kanunu’nun 188. Maddesinde uyuşturucu madde ticareti suçunun cezası şöyle düzenlenmiştir;

  1. Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal, ithal veya ihraç eden kişi, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis ve iki bin günden yirmi bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
  2. Uyuşturucu veya uyarıcı madde ihracı fiilinin diğer ülke açısından ithal olarak nitelendirilmesi dolayısıyla bu ülkede yapılan yargılama sonucunda hükmolunan cezanın infaz edilen kısmı, Türkiye’de uyuşturucu veya uyarıcı madde ihracı dolayısıyla yapılacak yargılama sonucunda hükmolunan cezadan mahsup edilir.
  3. Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve bin günden yirmi bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.(1)(2) (Ek cümle: 18/6/2014 – 6545/66 md.) Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis cezası on beş yıldan az olamaz.
  4.  a) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin eroin, kokain, morfin, sentetik kannabinoid ve türevleri veya bazmorfin olması,
    b) Üçüncü fıkradaki fiillerin; okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi tedavi, eğitim, askerî ve sosyal amaçla toplu bulunulan bina ve tesisler ile bunların varsa çevre duvarı, tel örgü veya benzeri engel veya işaretlerle belirlenen sınırlarına iki yüz metreden yakın mesafe içindeki umumi veya umuma açık yerlerde işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.
  5. Yukarıdaki fıkralarda gösterilen suçların, üç veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranında, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
  6. Üretimi resmi makamların iznine veya satışı yetkili tabip tarafından düzenlenen reçeteye bağlı olan ve uyuşturucu veya uyarıcı madde etkisi doğuran her türlü madde açısından da yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanır. Ancak verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir.
  7. Uyuşturucu veya uyarıcı etki doğurmamakla birlikte, uyuşturucu veya uyarıcı madde üretiminde kullanılan ve ithal veya imali resmi makamların iznine bağlı olan maddeyi ülkeye ithal eden, imal eden, satan, satın alan, sevk eden, nakleden, depolayan veya ihraç eden kişi, sekiz yıldan az olmamak üzere hapis ve bin günden yirmi bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
  8. Bu maddede tanımlanan suçların tabip, diş tabibi, eczacı, kimyager, veteriner, sağlık memuru, laborant, ebe, hemşire, diş teknisyeni, hastabakıcı, sağlık hizmeti veren, kimyacılıkla veya ecza ticareti ile iştigal eden kişi tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

Göçmen Kaçakçılığı Suçu


Göçmen kaçakçılığı suçu bir kimsenin doğrudan ya da dolaylı olarak bir menfaat elde etmek amacıyla bir yabancıyı yasadışı yollar ile ülke sınırları içine sokması veya ülkede kalmasına imkan sağlaması ya da bir Türk vatandaşını hukuka aykırı yollarla yurtdışına çıkarmasıdır. Bu suç Türk Ceza Kanunu’nun 79. Maddesinde düzenlenmiştir. Göçmen kaçakçılığı suçunun cezası kanunda üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ve on bin güne kadar adli para cezası olarak düzenlenmiştir. Bu suç teşebbüs aşamasında kalmış olsa dahi suç tamamlanmış gibi cezalandırılır.

Göçmen Kaçakçılığı Suçunun Unsurları

Türk Ceza Kanunu m.79’daki “Doğrudan doğruya veya dolaylı olarak maddi menfaat elde etmek maksadıyla” ifadesinden de anlaşılabildiği üzere, göçmen kaçakçılığı suçu özel kast ile işlenebilen bir suçtur. Bu suçun meydana gelmiş olması için mutlaka failin maddi menfaat elde etme amacı olmalıdır. Ancak suçun tamamlanması için mutlaka maddi menfaatin fiilen elde edilmiş olması aranmaz.

Göçmen kaçakçılığı suçunun seçimlik hareketleri şunlardır;

  • Bir yabancının yasal olmayan yollardan ülkeye sokulması: Yabancıların Türkiye’ye giriş şartları 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile belirlenmiştir. Bu yasa ile belirlenmiş usuller dışında bir yabancının ülkeye sokulması, ülkeye sokulmasına aracılık edilmesi ve yardım edilmesi göçmen kaçakçılığı suçunu oluşturmaktadır. Yabancının ülkeye girişinde kullanılmak üzere sahte belge kullanılması durumunda fail, kullanılan belgenin niteliği göz önünde bulundurularak özel evrakta sahtecilik veya resmi evrakta sahtecilik suçlarından da ayrıyeten cezalandırılacaktır.
  • Bir yabancının ülkede kalmasına imkan sağlanması: Bir yabancının Türkiye’de uzun süre kalabilmesi için birtakım koşulları yerine getirmesine bağlıdır. Ülke sınırları içerisinde vize süresinden veya vizenin tanıdığı muafiyet süresinden ya da 90 günden fazla kalacak olan yabancıların ikamet izni alma zorunluluğu bulunmaktadır. Yabancının ülkede kalmasını sağlama; beslenmesini, barınmasını sağlamak gibi hareketlerle yapılabilir. Türkiye’ye yasal olarak giriş yapmış olmasına rağmen sürekli olarak oturmalarına henüz karar verilmemiş yabancıların ülkede kalmasına imkan sağlanması da göçmen kaçakçılığı suçunu oluşturur.
  • Türkiye vatandaşı veya yabancının yurt dışına çıkmasının sağlanması: Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na göre Türkiye’den yurtdışına çıkış yapılabilmesi için önceden belirlenen çıkış kapıları kullanılmalı ve pasaport bulundurulmalıdır. Yurt dışına çıkarılacak kişinin Türkiye’de yasal olarak veya yasadışı bir yolla bulunması fark etmeksizin mevzuata aykırı olarak çıkarılmaya çalışılması göçmen kaçakçılığı suçunu oluşturur.

Göçmen Kaçakçılığı Suçunun Daha Fazla Ceza Gerektiren Nitelikli Halleri

Türk Ceza Kanunu m. 79 hangi hallerde suçun daha ağır bir cezaya tabi tutulacağını düzenlemiştir. Bu hükme göre;

  1. Suçun, mağdurların hayatı bakımından bir tehlike oluşturması ve onur kırıcı bir muameleye maruz bırakılarak işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarısından üçte ikisine kadar artırılır
  2. Göçmen kaçakçılığı suçunun örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, verilecek cezalar yarı oranında artırılır.
  3. Bu suçun bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, tüzel kişi hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.

Göçmen Kaçakçılığı Suçunda Adli Para Cezasına Çevirme, Erteleme Ve Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması

Adli para cezası, mahkeme kararı ile bir hükümlünün belirli bir miktar parayı devlet hazinesine ödemesini ifade eder. Bu anlamda adli para cezasının ödenmesine yönelik karar anca mahkemeler tarafından verilebilmektedir. Göçmen kaçakçılığı suçu ile ilgili yapılan yargılama sonucu hapis cezasına hükmolunması durumunda bu hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi mümkün değildir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, sanık hakkında verilen cezanın, birtakım koşulların da gerçekleşmesi koşuluyla, belirli bir denetim süresi sonrasında sonuç doğurmayacak şekilde ortadan kaldırılması durumunu ifade eden bir ceza muhakemesi kurumudur. Göçmen kaçakçılığı suçu ile ilgili yapılan yargılama sonucu hükmolunan hapis cezasına yönelik olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi mümkün değildir.

Cezanın ertelenmesi, mahkeme tarafından hükmedilen cezanın cezaevinde infaz edilmesinden şartlı olarak vazgeçilmesi durumunu ifade eder. Göçmen kaçakçılığı suçu nedeniyle hükmolunmuş bir hapis cezası hakkında cezanın ertelenmesi kararı verilmesi mümkün değildir.

Göçmen Kaçakçılığı Suçunda Şikayet Süresi, Uzlaşma Ve Zamanaşımı

Göçmen kaçakçılığı suçu şikayete tabi suçlar arasında bulunmamaktadır. Dolayısıyla suçun konusunu teşkil eden göçmenlerin, şikayetçi olmalarından sonra şikayetlerini geri çekmeleri kamu davasının düşmesi sonucunu doğurmayacaktır. Suç, dava için öngörülmüş zamanaşımı süresi içerisinde her zaman soruşturma konusu olmaya elverişlidir.

Dava zamanaşımı kavramı, birin suçun işlendiği tarihten itibaren belirli sürelerin geçmesi halinde hala dava açılmamış veya dava açılmış olmasına karşılık kanunen belirlenen süreler içerisinde sonuçlandırılamamış olması durumunda ceza davasının düşmesi sonucunu meydana getiren bir ceza hukuku kurumudur. Göçmen kaçakçılığı suçu bakımından bu olağan dava zamanaşımı süresi on beş yıl olarak belirlenmiştir.

Uzlaşma, suçtan mağdur olan şahıs ile suçun şüphelisinin bir uzlaştırmacı aracılığı ile iletişim kurmalarının sağlanması ve anlaşmaları durumunda ceza yargılamasının sona ermesini ifade eder. Göçmen kaçakçılığı suçu bu şekilde uzlaşmaya tabi suçlardan biri değildir.

Göçmen Kaçakçılığı Suçunda Görevli Mahkeme

Göçmen kaçakçılığı suçu bakımından görevli mahkeme Asliye Ceza Mahkemeleridir. Bu suç için yetkili mahkeme ise suçun işlendiği yer mahkemesi olacaktır.

Göçmen Kaçakçılığı Suçu Ve İnsan Ticareti Suçu Arasındaki Farklar

Göçmen kaçakçılığı suçu kişilerin sınır ötesi sevk edilmesi yoluyla işlenen suç tiplerinden biri olan insan ticareti suçu ile karıştırılmaktadır. Nitekim bu iki suç tipi arasında işleniş biçimleri, korunan hukuki değer, suçun ortaya çıkış nedenleri bakımından benzerlikler ve farklılıklar mevcuttur. Şöyle ki;

  • Her iki suç tipinde de failin maddi çıkar elde etmek amacıyla mağduru kullanması söz konusudur. Göçmen kaçakçılığı suçunda bu mağdurun malvarlığı üzerinden alınması şeklinde, insan ticareti suçunda ise zorla çalıştırmak, hizmet ettirmek, fuhşa sürüklemek gibi eylemlerle ortaya çıkmaktadır.
  • Her iki suç da uluslararası suçlara ilişkin kısımda aynı bölümde düzenlenmiş olmasına rağmen göçmen kaçakçılığı suçunda suçun konusunu teşkil eden insanların hak ve
    özgürlüklerinin yanında devletlerin göç, istihdam ve güvenlik politikaları da korunmaktadır. Oysaki insan ticareti suçunda korunan hukuki menfaat insan onuru ve özgürlüğüdür.
  • İnsan ticareti suçunda mağdurların bir yerden bir yere götürülmesi ile sömürü ve fail ile mağdur arasındaki ilişki sona ermez. Ancak göçmen kaçakçılığı suçunda fail
    yalnızca mağdurun ülke sınırları içerisine sokulması, yurtdışına çıkarılması veya ülke içinde barındırılmasını sağlayarak maddi menfaat temin ettikten sonra mağdurla olan ilişkisini tamamen sona erdirecektir.
  • Göçmen kaçakçılığı suçunda failin gerçekleştirilen fiile rızası bulunmaktadır. Bu suç tipinde mağdur kendi rızası ile ülkeye girmek, başka bir ülkeye gitmek veya ülke sınırı içinde barınmak istemektedir. İnsan ticareti suçunda ise mağdurun rızası bulunmamaktadır ya da mağdurun rızası hile ile sakatlanmış durumdadır. Göçmen kaçakçılığı suçunda göçmen kişiye zor kullanılması söz konusu değilken, insan ticareti
    suçunda cinsel amaçlı sömürü, organ kaçakçılığı, kölelik, çocuk ticareti gibi pek çok şekilde maddi yarar sağlamak amacı ile zor kullanılması mümkündür.

Göçmen Kaçakçılığı Suçunda Göçmen Kişinin Sorumluluğu

Göçmen kaçakçılığı suçunda göçmen kişiler suçun konusunu oluşturmaktadırlar. Bu kişilerin yasadışı olarak bir ülkeden bir ülkeye nakledilmek hususunda rızaları mevcuttur. Dolayısıyla suçun faili konumunda olmasa dahi nakli gerçekleştirilen bu kişiler de suçun gerçekleşmesinden yarar sağlayan kişilerden birisidir. Bunun sonucu olarak bir ülkeye yasadışı yollardan sokulan göçmenler her ne kadar göçmen kaçakçılığı suçundan sorumlu tutulamayacaklar ise de ülkeye yasadışı giriş yapmaları dolayısıyla, eylemlerinin niteliği de gözetilerek, örneğin Pasaport Kanunu’nun 33 vd. maddeleri çerçevesinde cezalandırılacaklardır.

Nafaka Davası ve Nafakanın Çeşitleri


Nafaka, kelime anlamı olarak TDK’ da “Geçinmek için gerekli olan şeylerin bütünü, geçimlik.” şeklinde ve hukuken “Birinin geçindirmekle yükümlü bulunduğu kimselere, mahkeme kararıyla bağlanan aylık.” olarak tanımlanmıştır. Türk Medeni Kanunu’nda dört farklı nafaka çeşidi düzenlenmiştir. Bunlar tedbir nafakası, iştirak nafakası, yoksulluk nafakası ve yardım nafakasıdır.

Tedbir Nafakası

Tedbir nafakası boşanma davası devam ederken talep edilebileceği gibi boşanma davasından önceki dönemde de nafaka için talepte bulunulması mümkündür.

Boşanma davasından önceki tedbir nafakasına eş ve reşit olmayan çocuklar lehine hükmedilir. Bağımsız bir dava olarak açılmaktadır. Hukukumuzca boşanma davalarından farklı olarak “ayrılık davaları” olarak da nitelendirilebilen, eşlerin birlikte yaşamalarına ara vermenin önünü açan düzenlemeler mevcuttur. Nafakanın bu türüne böyle bir durumda hükmedilebilecektir ancak nafaka talebinde bulunan tarafın ayrı yaşamakta haklı olduğunu her türlü delil ile ispat etmesi şartı aranır. Hükmedilecek nafakanın miktarı, tarafların sosyal ve ekonomik durumları göz önünde bulundurularak ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde, Medeni Kanunu’nun 4.maddesinde düzenlenen Hakkaniyet Kuralları temelinde belirlenmelidir. Nafaka yoluyla zenginlik kaynağı oluşturulmamalıdır.

Dava öncesindeki tedbir nafakasının başlangıç tarihi dava tarihidir. Tedbir nafakasında faiz yürütülemez. Tarafların kendi aralarında yabancı para üzerinden ödenmesini kararlaştırmaları durumu hariç nafakaya Türk Lirası olarak hükmedilir.

Nafaka davası eşlerden birinin yerleşim yerindeki Aile Mahkemesinde açılabilmektedir. Bu şekilde talep edilecek olan tedbir nafakası nispi harca tabidir. Harç, talep edilen yıllık nafaka miktarı üzerinden değerlendirilir.

Koşulların Değişmesi

Koşulların değişmesi halinde hakim, eşlerden birinin talebi üzerine kararında değişiklik yapabilir veya sebebin ortadan kalkması halinde alınan önlem tamamen kaldırılabilir. Böyle bir durumda tedbir nafakasında yapılacak değişikliğin ya da kaldırılmasının değerlendirilmesinde yetkili mahkeme nafakaya hükmeden mahkemedir.

Boşanma davasının açılmış olduğu durumda Medeni Kanunun 137. Maddesi gereği hakim kendiliğinden çocuklar ve eşin barınması, bakımı ve eğitimi için gereken tedbirleri almak mecburiyetindedir. Dava sırasında hükmedilen tedbir nafakasından eş ve ergin olmayan çocuklar yararlanır. Tedbir nafakası “geçici” nitelikte bir nafaka türüdür. Bu bakımdan tarafların kusurlu olup olmamasına bakılmayacaktır.

Dava devam ederken hakimin tedbir nafakasına hükmedebilmesi için tarafların talebine ihtiyaç duyulmamasına rağmen eğer bir talepte bulunulmuşsa talebe bağlılık ilkesi çerçevesinde talep edilenden fazla bir miktara hükmedilemez. Dava süresince şartların değişmesi söz konusu olduğunda hakim kendiliğinden ya da talep üzerine nafaka miktarında değişiklik yapabilir.

Boşanma ile beraber talep edilen tedbir nafakası fer’i niteliktedir ve bu sebeple bir harca tabi değildir. Nafaka, boşanmaya ilişkin hüküm kesinleşinceye kadar devam eder. Hükmün kesinleşmesinden sonra ya tamamen ortadan kalkacak ya da varlığını yoksulluk veya iştirak nafakası şeklinde koruyacaktır.

Tedbir nafakasının ödenmemesi durumunda cebri icra yoluna gidilebilir. Geçici bir tedbir niteliğinde olup ilam hükmünde olmaması sebebiyle nafaka borçlusu aleyhine disiplin hapsi cezası kararı verilmesi mümkün değildir. Cezai anlamda bir sorumluluk doğmayacaktır.

Yoksulluk Nafakası

Yoksulluk nafakası, boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek tarafın diğer taraftan daha fazla kusurlu olmaması şartıyla talep edebileceği nafaka çeşididir.

Yoksulluk nafakası isteminde bulunulabilmesi için aranan ilk koşul boşanma sebebiyle yoksulluğa düşmüş olmaktır. Yoksulluk kavramı somut olayın şartlarına göre değerlendirilir. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için mutlaka talep edilmesi aranır. Hakim kendiliğinden hükmedemez. Talep yazılı ya da tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir. Nafakaya süresiz olarak karar verilir. Ancak nafaka alacaklısının evlenmesi veya taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden, nafaka alacaklısının evlenme olmadan fiilen başka biriyle evliymiş gibi yaşamaya başlaması veya haysiyetsiz hayat sürmesi halinde ise mahkeme kararı ile kaldırılabilecektir.

Yoksulluk nafakası için dava devam ederken talepte bulunulabileceği gibi evliliği boşanma ile sona erdiren mahkeme kararının kesinleşmesinden sonraki bir yıllık süre içerisinde de talep edilmesi mümkündür. Bu dava bağımsız şekilde, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesinde açılır.

Yoksulluk nafakası alabilmek için evliliğin ne kadar sürdüğünün bir önemi yoktur. Hakim, irat şeklinde ödenecek nafakanın devam eden yıllarda hangi miktarda artırılacağını da kararında belirleyebilir.
Boşanma davasında lehine tazminata hükmedilen taraf bakımından nafakaya hükmedilmesinde bu iki kurumun farklı niteliklerde olması dolayısıyla herhangi bir engel bulunmamaktadır.

İştirak Nafakası

İştirak nafakası, velayeti kendisine verilmeyen taraf aleyhine, ergin olmayan çocuk lehine herhangi bir talep olmaksızın hakim tarafında kendiliğinden de hükmedilebilecek olan nafaka türüdür. Nafakanın bu türünde tarafların kusurlu olup olmaması hiçbir önem teşkil etmemektedir. Nafakanın amacı çocuğun yetiştirilmesi, sağlık, barınma, eğitim ve diğer ihtiyaçlarına velayeti kendisine verilmeyen tarafın da maddi durumu oranında dahil olmasının sağlanmasıdır.

Mahkeme tarafından daha önce tedbir nafakası niteliğinde ödenmesine hükmedilen nafakanın boşanma ya da ayrılık kararı ile kesinleşmesi üzerine iştirak nafakası şeklinde ödenmesi kararlaştırılır.
İştirak nafakası, velayeti kendisine verilen eş, çocuğa atanmış olan kayyım ya da vasi veya ayırt etme gücüne sahip durumdaki çocuk tarafından talep edilebilir.

İştirak nafakası kural olarak çocuğun 18 yaşını doldurması, evlenmesi ya da Medeni Kanunun 12. Maddesine dayanılarak mahkeme kararı ile ergin kılınması durumlarında sona ermektedir. Ancak çocuk ergin olmasına rağmen eğitim durumu devam ediyor ise eğitim hayatı sona erinceye kadar iştirak nafakası ödenmeye devam edilecektir.

Nafakanın miktarına karar verilirken çocuğun eğitim durumu, sosyal ve ekonomik şartları bakımından ihtiyaçlarını karşılayabilecek nitelikte ve eşlerin maddi gücü de göz önünde bulundurulmak suretiyle değerlendirme yapılır.

Hakim, irat şeklinde ödenmesine hükmedilen nafakanın sonraki yıllarda hangi oranda artacağını da kararında belirtebilmektedir. Böyle bir miktar belirlenmemiş ise şartların değişmesi durumunda nafaka alacaklısı ya da nafaka borçlusu tarafından nafaka uyarlama davası açılabilir.
İştirak nafakası, nafaka borçlusunun ölmesi, çocuğun eğitim hayatının sona ermesi ve çocuğun evlenmesi durumlarında kesilir.

Kanun koyucu tarafından nafaka alacaklarının ödenmemesi durumunda nafakanın korunması için birtakım tedbirler öngörülmüştür. Nafaka alacakları İcra Kanununa göre düzenlenecek sıra cetvelinde 1. Sıra alacaklar içerisinde sayılmıştır. Bu sebeple nafaka borçlusunun menkul ya da gayrimenkul mallarının icra yolu ile satılacak olması durumunda satış parasından öncelikle nafaka borcu ödenir. Nafaka alacağının tahsili için emekli maaşına haciz konulabilir. Nafaka borçlusunun maaşında önceden haciz olsa dahi aylık nafaka miktarı önceki hacizden bağımsız olarak maaştan kesilecektir.

Yardım Nafakası

Yardım nafakası, talep üzerine, yoksulluğa düşecek olan alt soy, üst soy ve kardeşler lehine dava tarihinden itibaren hükmedilen nafaka türüdür.

Yargıtay içtihatlarına göre; yeme, giyinme, barınma, sağlık, eğitim, ulaşım, kültür gibi kişinin varlığını koruyabilmek ve geliştirmek için zorunlu olduğu harcamaları yüklenebilecek miktarda geliri olmayan kişilerin yoksul olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Yardım nafakası talep edilirken miras sırası takip edilecektir. Nafaka alacaklısı alt soydan nafaka talep edebileceği durumda iken kardeşlerine başvurması mümkün değildir.

Yardım nafakasına hükmedecek yetkili mahkeme taraflardan birinin yerleşim yeri mahkemesidir.
Hakim, talep edildiği takdirde irat biçiminde ödenmesine hükmedilen nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre hangi oranda ödeneceğini de kararında belirtebilir.

NAFAKA ALACAKLARINDA ZAMANAŞIMI

Kural olarak mahkeme ilamları ve ilam hükmündeki diğer kararlar son işlem tarihinden itibaren 10 yıl geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Ancak nafakaya ilişkin ilamlar bu kuralın istisnasını teşkil eder. Nafaka alacağına dair, bir kararın üzerinden 10 yıl geçmiş olmadı durumunda dahi, o mahkeme kararı geçerliliğini korumaktadır. Ancak biriken nafakaların üzerinden 10 yıl geçtiği takdirde ilam zamanaşımına uğramasa dahi nafaka alacakları zamanaşımına uğrayacaktır.

NAFAKA ALACAĞININ TAHSİL EDİLEMEMESİ DURUMUNDA NE OLUR?

İcra İflas Kanunu’nun 344. Maddesine göre nafakaya ilişkin mahkeme kararını yerine getirmeyen nafaka borçlusunun şikayet edilmesi üzerine 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılacağı düzenlenmiştir.
Nafaka alacaklarında, genel alacaklar için maaşın 1/4 ‘üne haciz konulabiliyor olmasına rağmen aylık nafaka miktarının tamamı için borçlunun maaşına haciz konulabilmekte ve hatta borçlunun emekli maaşı da haczedilebilmektedir.

Satıcının Ayıptan Sorumluluğu ve Ayıplı Mal


Ayıplı maldan doğan sorumluluk 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 219-231’inci maddeleri arasında düzenlenmiştir. Ayıp kavramı kanunda tam anlamıyla tanımlanmamış olmakla birlikte bu maddeler ayıptan sorumluluk hallerini hüküm altına almıştır.

Ayıp kavramı değerlendirilirken miktar eksikliğinin ayıplı mal değil, eksik ifa teşkil ettiğinin bilinmesi önem arz eden hususlardan biridir.
TTK, TBK ve TKHK hükümleri göz önünde bulundurulduğunda tüketiciler tacirlere göre daha ayrıcalıklı değerlendirilmişi ve birçok yönden lehlerine hüküm konmuştur. Kanunen art niyetlilik, ağır kusur olarak nitelendirilmiş, daha ağır yaptırımlara tabi tutulmuştur.

Ayıp Türleri

Türk Borçlar Kanununun 219.maddesinde sözleşmeye aykırılık halinde karşılaşılabilecek iki ayrı tür ayıp düzenlenmiştir;
Zikredilen niteliklerde ayıp; satıcının alıcıya ürün hakkında belirli nitelikler olduğunu bildirmesi ve bunların söz konusu malda bulunmamasını ifade eder.
Objektif değer olarak ayıp; sözleşme konusu şeyden beklenen faydayı azaltan veya tamamen ortadan kaldıran durumun var olmasını ifade eder. Bu karar dürüstlük kuralı çerçevesinde değerlendirilir.

TBK md.219’a göre;
“Satıcı, alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği niteliklerin satılanda bulunmaması sebebiyle sorumlu olduğu gibi, nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukuki ya da ekonomik ayıpların bulunmasından da sorumlu olur.
Satıcı bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumlu olur. ”
Dolayısıyla satıcının satılanda bulunan mevcut ayıbı bilip bilmemesi önem arz etmemekte ve sorumluluğun doğması için satıcının kusuru aranmamaktadır.

Sâtıcının Ayıptan Sorumluluğu

Satıcının ayıptan sorumlu tutulabilmesi için bir takım maddi ve şekli şartların gerçekleşmiş olması gerekir.

Maddi Şartlar

Emtiada bir ayıp mevcut olmalıdır. Satıcı böyle bir şeyi vadetmemiş olsa dahi satılandan beklenen özelliklerin mevcut olmaması durumu ayıp olarak kabul edilir. Ayıp; maddi, hukuki veya ekonomik nitelikle olabilir.

Satılandaki ayıp önemli olmalıdır. Ayıp sonucunda söz konusu eşyanın değerinin veya kullanıma elverişliliğinin önemli derecede azalıyor veya tamamen ortadan kalkıyor olması gerekmektedir. Bu gibi durumlarda objektif beklenti karşılanmayacak olduğu için, ayıp önem kazanmış olur. Önemsiz ayıplardan dolayı satıcının sorumlu tutulması mümkün değildir.

Alıcının bu ayıbı bilmiyor olması gerekir. Alıcının sözleşmenin kurulması anında mevcut ayıbı biliyor olması veya gerekli özeni göstermiş olsa bilebilecek olması durumunda satıcının ayıba dayalı sorumluluğu doğmayacaktır. Satıcı, alıcının satılanı yeterince gözden geçirmekle görebileceği ayıplardan, böyle bir ayıbın mevcut olmadığını ayrıca üstlenmiş ise sorumlu olur.

Alıcı, ayıplı malı kabul etmemiş olmalıdır. Alıcının satılanı ayıplarıyla beraber kabul etmesi durumunda ayıptan doğan hakları ortadan kalkacaktır.

Ayıp, hasarın alıcıya geçmesinden önce satılanda mevcut olmalıdır. Hasarın geçmesinden sonraki ayıplar ancak özel olarak üstlenilme veya kasten gizlenme hallerinde sorumluluğun doğmasına sebebiyet verebilir.

Şekli Şartlar

Satılanı İnceleme ve Gözden Geçirme Şartı: TBK md.223 uyarınca alıcı, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre ilk imkan bulduğu an gözden geçirmeli ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektirecek bir ayıp tespit ederse bunu uygun bir süre içerisinde satıcıya bildirmelidir. Tacir olmayan alıcılar yeterli deneyim ve uzmanlığa sahip olmadıkları için gözden geçirme hususunda onlardan beklenen özen derecesi daha hafif değerlendirilir. Tacir alıcılar ise inceleme konusunda daha titiz davranmalıdır.

Bildirim Külfeti: Ayıp bildirimi bir hukuki işlem veya irade beyanı niteliğinde değildir. Tek taraflı olarak satıcı veya vekiline yöneltilmesi gereken bilgidir. Alıcı bildiriminde satılandaki ayıbı açık bir şekilde tanımlamalı ve onu kabul etmeme iradesini satıcıya kesin bir ifadeyle belirtmelidir.
Ayıp bildirimi herhangi bir şekle tabi değildir. Ancak mektup veya noter kanalıyla ya da güvenilir elektronik imza kullanılarak e-posta sistemi ile yapılması ispat kolaylığı sağlayacaktır.

Bildirim süresi satışın türüne göre farklılık arz etmektedir. Ticari olmayan satışlarda bildirim süresi TBK m.223’te uygun bir süre olarak belirlenmiştir. Uygun süre deyimi alıcının ayıbı satıcıya bildirebileceği makul zaman olarak değerlendirilmelidir. Alıcının bildirimi ihmal etmesi ayıbı kabul ettiği anlamına gelir. Olağan bir gözden geçirmeyle fark edilemeyen bir gizli ayıp sonradan ortaya çıkarsa alıcı bunu satıcıya derhal bildirmek zorundadır.

Ayıplı hayvan satışları için bildirim süresi TBK m.224’te hayvanın teslim alındığı veya almada temerrüt edildiği tarihten itibaren 9 gün olarak düzenlenmiştir.

Satıcının Ayıp Sorumluluğundan Dolayı Alıcı Lehine Doğan Haklar

TBK m. 227 ayıplı mal teslim edilmesi halinde alıcıya bazı seçimlik haklar tanımıştır.

  1. Alıcı, satılanı teslim etmeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeden dönebilir.
  2.  Alıcı, satılanı alıkoyup satış bedelinde ayıp oranında satış bedelinde indirim isteyebilir.
  3. Alıcı, aşırı bir masraf gerektirmediği takdirde, bütün masrafları satıcıya ait olmak üzere satılanın ücretsiz onarılmasını isteyebilir.
  4. Alıcı, imkan varsa satılanın ayıpsız bir benzeri ile değiştirilmesini isteyebilir.

Alıcının bu seçimlik hakları kullanabilmesi bir takım sınırlamalara tabi tutulmuştur. Bunlar;

  • Satıcı, alıcıya aynı malın ayıpsız bir benzerini hemen vererek ve uğradığı zararın tamamını gidererek alıcının bu haklarını kullanmasını engelleyebilir. Ayrıca satılan alıcıya yüklenebilen bir sebeple yok olmuş, başkasına devredilmiş veya şekli değişikliğe uğramış ise dönme hakkını kullanamaz.
  • Alıcının ayıplı malı bilerek kullanması veya tüketmesi durumunda ayıptan feragat ettiği kabul edileceğinden bu halde de sözleşmeden dönmesi mümkün değildir.
  • Birden çok maldan veya parçadan oluşan bir mal birlikte satılmışsa ve bunlardan bazıları ayıplı ise dönme, sözleşmenin tamamı için değil yalnız ayıplı mal ve parçalar için söz konusu olur.
  • Satılanın değerindeki eksikliğin satış bedeline çok yakın olması durumunda alıcı ya sözleşmeden dönecek ya da ayıpsız bir benzeriyle değiştirilmesini talep edecektir.
  • Nihayet, tacirlere özgü bir durum olarak diğer tarafı temerrüde düşürmeye, sözleşmeyi feshe, sözleşmeden dönmeye ilişkin ihbarlar veya ihtarlar noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla, telgrafla veya güvenli elektronik imza kullanılarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılmalıdır.

Genel Hükümlere Göre Tazminat Hakkı

TBK m. 227 uyarınca alıcı seçimlik haklarının yanında satılanın ayıplı olarak teslim edilmesi sebebiyle maruz kaldığı zararlar için genel hükümler çerçevesinde tazminat isteme hakkına sahiptir. Alıcının diğer seçimlik hakları ile birlikte veya onlardan bağımsız olarak tazminat talebinde bulunabilmesi için alıcıya yüklenmiş olan gözden geçirme ve bildirim külfetini yerine getirip getirmeyeceği hususu tartışmalıdır.

Ayıplı Maldan Doğan Haklarda Zamanaşımı

Satılandaki ayıbın sonradan ortaya çıkması halinde bile satılanın devredilmesinden itibaren 2 yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. 2 yıllık süre taşınırlar için geçerli olup taşınmazlar için bu süre 5 yıl olarak belirlenmiştir. TBK m.231 çerçevesinde ise satıcı sorumluluğu daha uzun bir süre için yüklenmiş olacaktır.

Sorumsuzluk Anlaşması

Ayıptan doğan sorumluluğu düzenleyen hükümler emredici nitelikte değil düzenleyici niteliktedir. Taraflar aralarında yapacakları bir sorumsuzluk anlaşması ile bu hükümlerin aksini kararlaştırabilmektedirler. Bu hususta sorumluluğu artırabilmeleri, hafifletebilmeleri veya ortadan kaldırabilmeleri mümkündür. Ancak satıcı veya alıcının tek taraflı olarak kendi işyerlerine asacakları bir sorumsuzluk anlaşması geçerli olmayacaktır.

Yapılan sorumsuzluk anlaşması satıcının ağır kusurlu olması halinde geçersizdir. TBK m. 221’ de bu açıkça hükme bağlanmıştır; “Satıcı satılanı ayıplı olarak devretmekte ağır kusurlu ise, ayıptan sorumluluğunu kaldıran veya sınırlayan her anlaşma kesin olarak hükümsüzdür.”

Hakimin Reddi, Yasaklılığı, Reddin Şartları ve Redde İtiraz


Hakimin reddi, bir davada hakimin tarafsızlığı bakımından şüpheye düşülecek önemli bir sebebin gerçekleşmesi halinde taraflardan birinin talebi üzerine hakimin reddedilmesi veya hakimin kendiliğinden o davadan çekilmesini ifade etmektedir. Hakimin reddi usulü Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 36. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca özellikle şu hallerde hakimin reddi için geçerli sebebin varlığı kabul edilmektedir;

  • Davada, iki taraftan birine öğüt vermiş ya da yol göstermiş olması.
  • Davada, iki taraftan birine veya üçüncü kişiye kanunen gerekmediği hâlde görüşünü
    açıklamış olması.
  • Davada, tanık veya bilirkişi olarak dinlenmiş veya hâkim ya da hakem sıfatıyla
    hareket etmiş olması.
  • Davanın, dördüncü derece de dâhil yansoy hısımlarına ait olması.
  • Dava esnasında, iki taraftan birisi ile davası veya aralarında bir düşmanlık
    bulunması.

Bu ret sebeplerinden birinin varlığı halinde yasaklılıktan farklı olarak hakimin davadan
kendiliğinden çekilme zorunluluğu bulunmamaktadır.

Hakimin Reddedilmesi Usulü Nasıldır?

Hakimin reddi sebeplerinden birinin varlığından haberdar olan tarafın ret talebini en geç ilk duruşmada ileri sürmesi gerekmektedir. Hakimin reddini talep edecek olan tarafın ret sebebini davaya bakıldığı esnada öğrenmesi durumunda ise en geç öğrenmeden sonraki ilk duruşmada, yeni bir işlemin yapılmasından önce talebini bildirmesi gerekecektir. Belirtilen sürede yapılmayan ret talebi dikkate alınmaz.

Hakimin reddi dilekçe ile talep edilmelidir. Bu dilekçe, ret talebinin dayandığı sebepler ile delil ve emarelerin açıkça gösterilmesini ve varsa gerekli belgeleri de bünyesinde barındırmalıdır.

Hakimin reddi dilekçesi, reddi istenen hakimin mensup olduğu mahkemeye verilmelidir. Hakimin reddi talebinde bulunan taraf, dilekçesini karşı tarafa tebliğ ettirmelidir. Karşı tarafın cevap vermek için bir haftalık süresi vardır. Bu sürenin sona ermesinden sonra yazı işleri müdürü tarafınca ret dilekçesi, mevcut ise karşı tarafın cevabı ve ek belgeleri dosya ile birlikte reddi talep edilen hakime iletilir. Hakim bundan sonraki bir haftalık süre içerisinde dosyayı inceler ve ret sebeplerinin kanuna uygunluğu hususundaki düşüncesini yazılı olarak bildirerek dosyayı merciine gönderilmesi amacıyla yazı işleri müdürüne verir. Ret sebebi sabit olmasa bile merci bunu muhtemel görürse, ret talebini kabul edebilecektir. Kural olarak ret sebepleri hakkında yemin teklifinde bulunulamamakta ve hakimin reddi talebi geri alınamamaktadır.

Hakimin Reddi Talebini İnceleyecek Olan Merci Hangisidir?

Hakimin taraflardan birinin talebi üzerine veya kendi kanaatiyle davadan çekilme kararı vermesi halinde ret talebini incelemekte yetkili mercii bu çekilmenin kanuna uygun olup olmadığını değerlendirir.

Hakimin ret talebi, hakkında ret istenen hakim katılmaksızın mensup olduğu mahkeme tarafınca incelenir. Ancak reddedilen hakimin katılmaması mahkemenin toplanamamasına sebep oluyor ya da mahkeme tek hakimden oluşuyor ise ret talebi, o yerdeki asliye hukuk hakimliği yapan diğer mahkeme ya da hakim tarafından incelenir. O yerde, asliye hukuk hakimliği tek hakim ile yerine getiriliyor ise ret talebi, varsa asliye ceza hakimi tarafından, yoksa en yakın asliye hukuk mahkemesi tarafından incelenecektir.

Sulh hukuk hakiminin reddedilmesi durumunda ret talebi o yerdeki diğer sulh hukuk hakimi tarafınca incelenir. Ancak o yerde sulh hukuk hakimliği tek hakim tarafından yerine getiriliyorsa ret talebi, bulunma sıralarına göre, o yerdeki sulh ceza hakimi, asliye hukuk hakimi, asliye ceza hakimi, hiçbirinin bulunmaması halinde ise en yakın yerdeki sulh hukuk hakimi tarafından incelenir.

Hakimin Reddi Talebi Nasıl İncelenir?

Hakimin reddi talebi üzerine karar, dosyanın incelenmesi ile de verilebilir. Reddi istenen hakim, merci tarafından redde ilişkin karar verilinceye kadar o davaya bakamaz. Ret talebi merci tarafınca kabul edilmediği takdirde hakkında ret isteminde bulunulan hakim  davaya bakmaya devam edecektir. Ret talebinin kötü niyetle yapıldığının tespit edilmesi ve esas yönünden kabul edilmemesi durumunda talepte bulunan kişilerin her biri hakkında beş yüz Türk lirasından beş bin Türk lirasına kadar disiplin para cezası hükmü verilir. Hakim hakkında aynı davada ayna tarafın iradesiyle ileri sürülen hakkimin reddi talebinin reddedilmesi durumunda verilecek olan disiplin para cezası, bir önceki disiplin para cezasının iki katından az olamaz.

Hakimin Reddi Talebinin Geri Çevrilmesi Nasıl Olur?

Aşağıdaki hallerde hakimin reddi istemi kabul edilmeyerek geri çevrilecektir:

  • Ret talebinin zamanında yapılmamış olması durumunda
  • Ret sebebi ve bu sebebe ilişkin inandırıcı delil veya emare gösterilmemesi durumunda
  • Ret isteminin davayı uzatmak amacıyla yapıldığının açıkça anlaşılabiliyor olması
    durumunda

Bu hallerde ret talebi, toplu mahkemelerde reddedilen hakimin müzakereye katılmasıyla, tek hakimli mahkemelerde ise reddi talep edilen hakimin bizzat kendisi tarafından geri çevrilecektir.

Ret Kararına İlişkin Kararlara Karşı İstinaf Yolu

Esas hüküm bakımından istinaf yolu kapalı bulunan dava ve işlerde hakimin reddi talebine ilişkin kararlar kesindir. Esas hüküm bakımından istinaf yolu açık olan dava ve işlerde ise merci tarafından verilecek ret talebine ilişkin karara karşı hüküm tarihinden sonra bir haftalık süre içerisinde istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesinin bu konudaki hükmü kesindir.

Ret Kararına İlişkin Kararlara Karşı Temyiz Yolu

Esas hüküm bakımında temyiz yolu kapalı olan dava ve işlerde, bölge adliye mahkemesi başkan ve üyelerinin reddine ilişkin kararlar kesindir. Temyiz yoluna açık olan dava ve işlerde ise ret istemi hakkında verilen karar tefhim veya tebliği tarihinden itibaren bir hafta içerisinde temyiz edilebilecektir. Yargıtay’ın bu konudaki kararı kesin niteliktedir. Bölge adliye mahkemesi hakiminin reddedilmesine ilişkin talebin reddi hakkındaki kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay tarafından bozulması veya ret talebinin kabulü kararının Yargıtay tarafından onanması durumunda ret sebebinin doğduğu tarihten itibaren yapılmış işlemler ve ret talebinde bulunan tarafın itirazda bulunduğu esasa ilişkin işlemler, davaya daha sonra bakacak olan bölge adliye mahkemesi tarafınca iptal edilecektir.

Hakimin Yasaklılığı Nedir?

Hakimin yasaklılığı durumu Hukuk Muhakemeleri Kanununun 34. Maddesinde düzenlenmektedir. Buna göre aşağıdaki hallerde hakim davaya bakamayacak, öyle ki davaya bakmaması yönünde bir talepte bulunulmamış olsa bile hakimin kendiliğinden davadan çekilmesi gerekecektir:

  • Davaya bakacak olan hakimin kendisine ait olan, doğrudan doğruya veya dolayısıyla kendisi ile ilgili olan bir davada
  • Aralarındaki evlilik bağı kalkmış olsa dahi eşi ile ilgili bir davada
  • Hakimin kendisi veya eşinin alt ve üst soyuna ilişkin bir davada ( çocukları, annesi ve babası)
  • Hakimin kendisi ile aralarında evlatlık bağı bulunan kişiler hakkındaki davalarda
  • Üçüncü derece de dahil olmak üzere kan veya oluşturan evlilik bağı kalkmış olsa dahi aralarında kayın hısımlığı bulunan kişilere ilişkin davalarda
  • Hakimin nişanlısına ilişkin bir davada
  • Hakimin kendisinin iki taraftan birinin vekili, vasisi, kayyımı veya yasal danışmanı sıfatıyla hareket ettiği davalarda hakim davaya bakamaz.

Cumhuriyet Savcılarının Yasaklılığı ve Haklarında Ret Talebinde Bulunulması Mümkün Müdür?

Hakimin yasaklılığına ve reddine ilişkin hükümler Cumhuriyet Savcıları bakımından uygulanmamaktadır. Türk Ceza Muhakemesi Kanunu da bu konuda herhangi bir düzenleme öngörmemiştir. Ancak bir soruşturmada Cumhuriyet Savcısının tarafsızlığı konusunda şüpheye düşülmesine sebep olabilecek önemli bir durumun varlığı halinde savcıların mensup olduğu amir makam olan Cumhuriyet Baş Savcılığına başvuruda bulunarak değiştirilmesi talebi ileri sürülebilir. Ancak bu yol yargısal nitelikte değil idari nitelikte bir yoldur.

Şufa Hakkı (Önalım Hakkı) Davası


Şufa Hakkı Nedir? Basit bir şekilde açıklayacak olursak, bir mal üzerindeki paylı mülkiyette payları olan 3 kişiden herhangi birinin, payını satması durumunda diğer 2 paydaşın satılan payı almak için öncelikli hakkı olmasıdır. Şufa Hakkı (Önalım Hakkı) Davası ile bu hak kullanılmaktadır.  Şufa hakkı, paylı mülkiyet kurulduğu anda ortaya çıkar. Pay sahibi kişilerden birinin satış işlemini yapması ile kullanılır hale gelir. Şufa hakkının kullanılması ile, satışa karar veren paydaş ile alıcı arasındaki sözleşme, önalım hakkını kullanan paydaş ve alıcı ile aynı sözleşme olarak kurulmuş olur.

Şufa Hakkını Kullanma Şartları

Şufa hakkı, kanun koyucu tarafından hangi amaçla konulmuştur? Kanun koyucu, bu hak ile 3. Kişilerin kurulan ortaklığa girerek ortaklıktaki düzeni bozmasını engellemek istemiştir. Ancak bu durumun suistimal edilmesini önlemek için de şufa hakkını kullanabilmek için bazı şartlar ortaya koymuştur. Bu şartları 2 madde şeklinde inceleyebiliriz.

1- Önalım Hakkı Paylı Mülkiyette Kullanılabilir

Şufa hakkı, kanun koyucu tarafından yalnızca paylı mülkiyetin bulunduğu durumlarda kullanılabilir. Paylı mülkiyet dışındaki durumlarda önalım hakkı kullanılamaz. Kısaca ilk ön koşulumuz, söz konusu taşınmaz malın paylı mülkiyete sahip olmasıdır.

2- Önalım Hakkı Sadece Paydaşlar Arasında Kullanılabilir

Kanun koyucu Medeni Kanun madde 732’de önalım yani şufa hakkının kimler tarafından kullanılabileceğini ifade etmiştir. (Madde 732-Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü bir kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler.) Paylı mülkiyette hakkı olmasa dahi başka bir hakka dayanarak önalım hakkını kimse kullanamaz.

Şufa Hakkı (Önalım Hakkı) Kime Karşı Kullanılır?

Önalım hakkı, sadece bir kişiye karşı kullanılabilir. Paylı mülkiyete tabi taşınmazın, paydaşlarından birinin payını 3. Bir kişiye satması durumunda ortaya çıkan şufa hakkı sadece payı satın alan 3. Kişiye karşı iddia edilir ve kullanılır. Payını satan paydaşa veya alakalı herhangi birine karşı dava açılamaz. Dava sadece satın alım yapan 3. kişiye karşı açılır. Paydaşlar arasında bu hak kullanılamaz. Yani paydaşın paydaşa bir pay satması durumunda 3. paydaş satın alan paydaşa karşı bu hakkı kullanamaz.

Alıcının Satışı Noter Aracılığıyla Bildirme Yükümlülüğü

Şufa hakkı ile ilgili bilmemiz gereken başka bir durum da kanun koyucunun alıcıya yüklediği görevdir. Kanun koyucu Medeni Kanun madde 733’ün 3. fıkrasında alıcının, satış işlemini noter aracılığı ile bütün paydaşlara bildirmek zorunda olduğunu belirtmiştir. (MADDE 733/3: Yapılan satış, alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilir.) Bildirim sadece noter aracılığı ile geçerlidir. Başka bir bildirim yolu ile yapılan bildirim geçersizdir. Alıcı bu görevi yerine getirmediğinde şufa davası ile karşı karşıya kalabilir. Bu davayı paydaşlar açacaktır.

Şufa Hakkı Nasıl Kullanılır? Şufa Davası Hangi Mahkemede Açılır?

Önalım hakkı davası için görevlendirilen mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir. Yetkili kılınan mahkeme ise taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir. Bu hak sadece şufa davası yolu ile kullanılabilir. Şufa Hakkı (Önalım Hakkı) Davası Yukarıda sayılan şartlar oluştuğu zaman alıcıya karşı paydaş tarafından, yukarıda belirtilen görevli ve yetkili mahkemelerde bu dava açılmalıdır.

Şufa Hakkı Süresi Nedir?

Önalım hakkı ile bilmemiz gereken 2 süre vardır. Bu süreler şunlardır;

  1. Satış işlemi, alıcı tarafından noter yolu ile paydaşlara bildirilmiş ise bildirimin yapıldığı andan itibaren 3 ay süre içerisinde şufa hakkı kullanılmalıdır.
  2. Satış işlemi, alıcı tarafından noter yolu ile paydaşlara bildirilmemiş ise her halükârda satış işleminin yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl içerisinde önalım hakkı kullanılmalıdır.

Yukarıda bahsettiğimiz süreler hak düşürücü süreler olup bu sürelerin geçmesinden sonra hakkınız düşeceği için hiçbir şekilde dava açılamaz.

Sözleşmeden Doğan Şufa Hakkı Nedir?

Kanun koyucu, ön alım hakkını kullanabilmek için bir başka yol daha belirlemiştir. Tapu kütüğüne şerh yolu ile sıradan bir kişiye ön alım hakkı sunulabilir. Eğer böyle bir sözleşme var ise sözleşme tarafı kişi satış işlemi gerçekleştikten sonra sözleşmeye dayalı olarak önalım yani şufa hakkını kullanabilir. Eğer sözleşmede satış için gerekli şartlar belirlenmiş ise bu şartlar altında şufa hakkı kullanılır. Eğer sözleşmede bu şartlar belirlenmemiş ise 3. kişi ile yapılan satış işlemi baz alınarak önalım işlemi gerçekleştirilir.

Şufa Hakkından Feragat veya Vazgeçmek Mümkün müdür?

Önalım hakkı, feragat edebilir bir haktır. Sözleşme yolu ile oluşturulan önalım hakkını feragat için resmi bir şekilde tapu kütüğüne şerh vermek şart koşulmuştur. Ama doğal şufa hakkı için adi yazılı bir şekilde feragat mümkündür. Adi yazılı şekil ile sadece somut bir satış işlemi için geçerlidir. Soyut bir satış işleminin vazgeçme işlemi için topu kütüğüne şerh kesindir.

Memur Disiplin Cezaları, İtiraz ve İptal Davası


Memur Disiplin Cezaları, İtiraz ve İptal Davası konusunda öncelikle disiplin cezaları hakkında bilgi vermek gerekmektedir. Kanun koyucu, kamu kurumlarında çalışan işçileri, görevlileri belirli bir düzen altında tutmak, işlerin işleyişini düzene koymak için çeşitli kurallar ortaya koymuştur. Bu kurallar 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda düzenlenmiş ve açıklanmıştır. İşte bu kanunun içindeki kurallardan bir bölümü, bu düzene uymayan görevlilere ne olacağı hakkındadır.

Devlet Memurluğunda Verilen Disiplin Cezaları

Bu kanunun 7. Bölümünde disiplin işlenmiş olup bütün bilgilere buradan ulaşılabilir. Peki bu kanunda ne gibi disiplin cezaları öngörülmüştür? Uyarma cezası, kınama cezası, aylıktan kesme cezası, kademe ilerlemesinin durdurulması, devlet memurluğundan çıkarma gibi cezalardır. Bu konu ile alakalı en önemli şey ceza soruşturması ile disiplin soruşturmasının karıştırılmamasıdır. Ceza soruşturması ceza kanunundan gelirken, disiplin soruşturmaları kanunlar ve yönetmeliklerden gelir. 657 Sayılı Devlet Memurları kanunu memurlara uygulanan disiplin soruşturmaları ve memur disiplin cezalarının kaynağını oluşturmaktadır. Elbette ceza soruşturması ve disiplin soruşturmalarının benzeyen yönleri de vardır. Ceza soruşturmalarında cezayı veren kişiler bağımsız yargı makam ve mensupları olup, disiplin soruşturmalarında ki cezaları verenler disiplin amirleridir.

Disiplin Cezası Vermeye Yetkili Amir ve Kurullar Kimlerdir?

Memurun fiilleri neticesin de ceza vermeye yetkili kişi ve kurumlar Devlet memurları kanununda belirtilmiştir. Kanuna göre; Uyarma, kınama ve aylıktan kesme gerektiren cezalar disiplin amirleri tarafından; kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, memurun bağlı olduğu kurumdaki disiplin kurulunun kararı alındıktan sonra, atamaya yetkili kılınan amirler, il disiplin kurullarının kararlarına dayanan hallerde Valiler tarafından verilir.

Devlet Memurlarına Verilen Disiplin Cezaları Çeşitleri Nelerdir?

Disiplin suçlarında kanunilik ilkesi gereği, yazılı olanlar dışında veyahut yazılı olanlardan daha fazla ceza vermek mümkün değildir. Devlet memurlar kanunu içinde belirtilen cezalar dışında bir ceza verilememektedir. Peki devlet memurlarına verilen disiplin cezaları nelerdir? 5 tane sayılmış ceza türü vardır bunlar;

1- Uyarma Disiplin Cezası

Memura, kendine çeki düzen vermesini söyleyen, görevinde daha dikkatli ve özenli olma çağrısında bulunulan, yazı ile bildirilen disiplin cezası türüdür. Aşağıda sayılan durumlar neticesinde verilmesi gerekir;

  • Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmî belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımında kayıtsızlık göstermek veya düzensiz davranmak,
  • Özürsüz veya izinsiz olarak göreve geç gelmek, erken ayrılmak, görev mahallini terk etmek,
  • Kurumca belirlenen tasarruf tedbirlerine dikkat etmemek,
  • Usulsüz müracaat veya şikâyette bulunmak,
  • Devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak,
  • Görevine veya iş sahiplerine karşı kayıtsızlık göstermek veya ilgisiz kalmak,
  • Belirlenen kılık ve kıyafet hükümlerine aykırı davranmak,
  • Görevin iş birliği içinde yapılması ilkesine aykırı davranışlarda bulunmak

2- Kınama Disiplin Cezası

Memura, yaptığı görevlerde ve bulunduğu davranışlarda kusuru olduğunun yazı ile bildirilmesidir. Aşağıdaki durumlarda verilmesi gerekir;

  • Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, görevle ilgili resmî belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımında kusurlu davranmak,
  • Eşlerinin, reşit olmayan veya mahcur olan çocuklarının kazanç getiren sürekli faaliyetlerini belirlenen sürede kurumuna bildirmemek,
  • Görev sırasında amire hal ve hareketi ile saygısız davranmak,
  • Hizmet dışında Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak,
  • Devlete ait resmi araç, gereç ve benzeri eşyayı özel işlerinde kullanmak,
  • Devlete ait resmî belge, araç, gereç ve benzeri eşyayı kaybetmek,
  • İş arkadaşlarına, maiyetindeki personele ve iş sahiplerine kötü muamelede bulunmak,
  • İş arkadaşlarına ve iş sahiplerine söz veya hareketle sataşmak,
  • Görev mahallinde genel ahlak ve edep dışı davranışlarda bulunmak ve bu tür yazı yazmak, işaret, resim ve benzeri şekiller çizmek ve yapmak,
  • Verilen emirlere itiraz etmek,
  • Borçlarını kasten ödemeyerek hakkında yasal yollara başvurulmasına neden olmak,
  • Kurumların huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak
  • Yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek.

3- Aylıktan Kesme Disiplin Cezası

Memurun, brüt olmak koşulu ile aylığından 30’da 1 ile 8’de 1 oranları arasında kesinti yapılmasıdır. Bu cezayı gerektiren haller şunlardır;

  • Kasıtlı olarak; verilen emir ve görevleri tam ve zamanında yapmamak, görev mahallin-de kurumlarca belirlenen usul ve esasları yerine getirmemek, görevle ilgili resmî belge, araç ve gereçleri korumamak, bakımını yapmamak, hor kullanmak,
  • Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,
  • Devlete ait resmî belge, araç, gereç ve benzerlerini özel menfaat sağlamak için kullanmak,
  • Görevle ilgili konularda yükümlü olduğu kişilere yalan ve yanlış beyanda bulunmak,
  • Görev sırasında amirine sözle saygısızlık etmek,
  • Görev yeri sınırları içerisinde herhangi bir yerin toplantı, tören ve benzeri amaçlarla izinsiz olarak kullanılmasına yardımcı olmak,
  • Hizmet içinde Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak

4- Kademe İlerlemesinin Durdurulması Disiplin Cezası

Memurun işlemiş olduğu fiilin derecesine göre, bulunduğu kademeden ilerlemesinin 1 ile 3 yıl arasında durdurulmasıdır. Bu cezayı gerektiren fiiller şunlardır:

  • Göreve sarhoş gelmek, görev yerinde alkollü içki içmek,
  • Özürsüz ve kesintisiz 3 -9 gün göreve gelmemek,
  • Görevi ile ilgili olarak her ne şekilde olursa olsun çıkar sağlamak,
  • Amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak,
  • Görev yeri sınırları içinde herhangi bir yeri toplantı, tören ve benzeri amaçlarla izinsiz kullanmak veya kullandırmak,
  • Gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemek,
  • Ticaret yapmak veya Devlet memurlarına yasaklanan diğer kazanç getirici faaliyetlerde bulunmak,
  • Görevin yerine getirilmesinde dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, kişilerin yarar veya zararını hedef tutan davranışlarda bulunmak,
  • Belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak,
  • Açıklanması yasaklanan bilgileri açıklamak,
  • Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine hakarette bulunmak veya bunları tehdit etmek,
  • Diplomatik statüsünden yararlanmak suretiyle yurt dışında, haklı bir sebep göstermek-sizin ödeme kabiliyetinin üstünde borçlanmak ve borçlarını ödemedeki tutum ve davranışlarıyla Devlet itibarını zedelemek veya zorunlu bir sebebe dayanmaksızın borcunu ödemeden yurda dönmek,
  • Verilen görev ve emirleri kasten yapmamak,
  • Herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak

5- Devlet Memurluğundan Çıkarma Disiplin Cezası

Memurun işlemiş olduğu fiil sebebi ile bir daha devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkarma cezasıdır. Bu cezayı gerektiren durumlar aşağıda sayılmıştır;

  • İdeolojik veya siyasi amaçlarla kurumların huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak, boykot, işgal, kamu hizmetlerinin yürütülmesini engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak veya bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek veya yardımda bulunmak, (1)
  • Yasaklanmış her türlü yayını veya siyasi veya ideolojik amaçlı bildiri, afiş, pankart, bant ve benzerlerini basmak, çoğaltmak, dağıtmak veya bunları kurumların herhangi bir yerine asmak veya teşhir etmek,
  • Siyasi partiye girmek,
  • Özürsüz olarak (…) (2) bir yılda toplam 20 gün göreve gelmemek,
  • Savaş, olağanüstü hâl veya genel afetlere ilişkin konularda amirlerin verdiği görev veya emirleri yapmamak,
  • Amirlerine, maiyetindekilere ve iş sahiplerine fiili tecavüzde bulunmak,
  • Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak,
  • Yetki almadan gizli bilgileri açıklama
  • Siyasi ve ideolojik eylemlerden arananları görev mahallinde gizlemek,
  • Yurt dışında Devletin itibarını düşürecek veya görev haysiyetini zedeleyecek tutum ve davranışlarda bulunmak,
  • 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkındaki Kanuna aykırı fiilleri işlemek.
  • Terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde olmak, bu örgütlere yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak, bu örgütlerin propagandasını yapmak.
    Verilen disiplin cezası türleri bunlardır.

Disiplin Cezası Verme ve Soruşturma Evrelerinde Zamanaşımı Süreleri

Memurlara verilecek olan uyarma, kınama, aylıktan kesme ve kademe ilerleyişinin durdurulması disiplin cezalarında 1 ay içinde disiplin soruşturulmasına başlanması gerekmektedir. Memurluktan çıkarma cezaları içinse 6 ay içinde disiplin soruşturmasına başlanması gerekmektedir. Bu süreler içerisinde disiplin soruşturmasına başlanmaz ise ceza verme yetkisi zaman aşımına uğrar.
Her halükârda cezanın işlenmesinden sonra 2 yıl içinde ceza verilmez ise ceza verme yetkisi zamanaşımına uğrar.

Memur Disiplin Cezalarının Silinmesi ve Tekrarlanması

Ceza gerektiren fiilde bulunan memur, cezaların sicilden silinme süresi içerisinde aynı fiili tekrar eder ise verilen cezanın 1 derece üstü verilir. Ceza gerektiren fiilde bulunan memur sicil bakımından temiz, çalışma ve düzen bakımından geçmişte verimli ise verilmesi gereken cezanın 1 derece hafif olanı uygulanır.
Memurlara verilen disiplin cezaları, cezayı alan memurun siciline işlenir. Devlet memurluğundan çıkarma cezası dışında ceza alan memur, uyarma ve kınama cezalarında 5 yıl, geriye kalan cezalarda ise 10 yıl sonra atamaya yetkili kılınmış amire başvurarak, sicilinin temizlenmesini isteyebilir.

Memurların Kendilerine Karşı Verilen Disiplin Cezalarına Karşı Savunma Hakkı

Savunma hakkı, bir kimsenin yargı ve yetkililer önünde yasa çerçevesi içerisinde kendi hak ve çıkarlarını hiçbir baskı altında kalmadan, özgürce, korkmadan kendini savunmasıdır. Savunma hakkı hukuk devletinin temelini oluşturur. Bu yüzden memurlara verilen disiplin cezalarında, memurun savunması alınmadan, memur dinlenilmeden bir disiplin cezası vermek hukuk devleti kavramına aykırı olduğu gibi kanunen de yasak ve hatalıdır. Nitekim konumuz olan devlet memurları kanununun 130. Maddesinde bu durum bahsedilmiştir. Devlet memuru hakkında savunması alınmadan hiçbir disiplin cezası verilemez. Ancak aynı maddenin 2. Fıkrasında bunun bir istisnası vardır. Kanun der ki: ‘’ Soruşturmayı yapanın veya yetkili disiplin kurulunun 7 günden az olmamak üzere verdiği süre içinde veya belirtilen bir tarihte savunmasını yapmayan memur, savunma hakkından vazgeçmiş sayılır.’’ Bu yüzden memurların bu fıkrayı mesleki olarak iyi bilmeleri gerekmektedir.

Memurlara Verilen Disiplin Cezalarına İtiraz Süreci ve İptal Davası

Kanun Koyucu, savunma hakkı kapsamında disiplin cezası alan memurlara itiraz hakkı tanımıştır. Disiplin soruşturmasını yapan ve disiplin cezasını veren yetkililer ceza ile birlikte itiraz sürelerini de memurlara bildirmelidir. Uyarma, kınama aylıktan kesme cezalarına karşı ilgili disiplin kuruluna, kademe ilerleyişinin durdurulması cezasına karşı Yüksek disiplin kuruluna 7 gün içinde idari açıdan itiraz edilebilir. Eğer bu süre içerisinde itiraz yapılmaz ise ceza kesinleşir. Kesinleşen cezaya karşı 60 gün içerisinde İdare Mahkemesi’nde iptal davası açılmalıdır.
Eğer devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmiş ise bu ceza karşısında idari bir itiraz yolu mevcut olmadığı için ilgili memur ceza kararının kendisine tebliğinden itibaren 60 gün içinde İdare mahkemesinde iptal davası açmalıdır.
İtiraz kabul edilirse ceza hafifletilir veya kaldırılır. İtiraz ret edilir ise ceza kesinleşmiş olur.

İzale-i Şuyu (Ortaklığın Giderilmesi) Davası


Bu yazımızda İzale-i Şuyu (Ortaklığın Giderilmesi) Davası nedir? Kimlere karşı açılır? Hangi mahkemede açılır? Ve dava konusu malların paylaştırılma biçimlerinden bahsedeceğiz. Ancak bunları anlatmadan önce bilmemiz gereken birkaç kavram vardır. Paylı mülkiyet ve elbirliği mülkiyeti. Paylı mülkiyet, maddi olarak bölünmüş olmayan bir şeyin birden çok kişinin belirli paylarla birlikte söz konusu taşınır veya taşınmaza malik olmasıdır. Bu tanım TMK m. 688 de yapılmıştır. Paylı mülkiyet sisteminde bir tane mülkiyet hakkı vardır. Bu mülkiyet hakkı birden fazla kişiye bölünmüştür. Kişilerin mal üzerindeki mülkiyetlerinin yönetimine paylı mülkiyet birliği denir.

Bahsedilen paylar bir mal değil, mal üzerindeki haklardır. Elbirliği mülkiyeti ise, TMK md 701’de tanımı yapıldığı üzere ‘’Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.’’ Gerektiği ölçüde özetleyecek olursak elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyetten farkı, paylı mülkiyette kişilerin payları üzerinde hakkı var olurken elbirliği mülkiyette ise ortaklığa giren malların tümünde ortak bir hak söz konusu olmasıdır.

İzale-i Şuyu (Ortaklığın Giderilmesi) Davası Nedir?

İzale-i şuyu yani ortaklığın giderilmesi davası, yukarıda özetlediğimiz paylı mülkiyet ve elbirliği mülkiyetine konu olan taşınır veyahut taşınmaz malların ortak kişiler arasındaki pay birliğine son vererek malların kişisel mülkiyetine geçiş sağlayan bir davadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki her ne kadar halk arasında izaleyi şuyu davası olarak yazılsa da doğru yazılışı izale-i şuyu davası şeklindedir.

Ortaklığın Giderilmesi Davası Kimlere Karşı Açılır?

Ortaklığın giderilmesi davası diğer adıyla izale-i şuyu davası, taşınır veya taşınmaza ortak olan tüm pay sahibi kişilere karşı açılır. Pay sahibi kişilerden biri söz konusu maldaki ortaklığın bozulmasını talep edebilir. Pay sahibi kişiler kendi aralarında sözleşme vasıtasıyla ortaklığın bozulmasına karar verebilirler. Eğer sözleşme yolu ile bu anlaşmayı sağlayamazlar ise, pay sahibi kişilerden biri diğer tüm pay sahibi kişilere karşı ortaklığın giderilmesi davasını açarak, bu birlikteliği sonlandırabilir.

İzale-i Şuyu Davası Hangi Mahkeme de Açılır?

Ortaklığın giderilmesi davasında yetkili mahkeme, ortaklığa konu olan taşınmaz malın bulunduğu yer mahkemesi olarak belirlenmiştir. Görev bakımından sorumluluk sahibi mahkeme ise Sulh Hukuk Mahkemesidir.

Tüm ortakların davada yer alması zorunludur. Ortak olan pay sahibi kişilerden birinin ölümü halinde mirasçılık belgesinde adı geçen tüm kişilerin davaya katılması gerekmektedir. Tüm ortak kişiler davaya katılmadan davanın herhangi bir sonuca, ulaşması mümkün değildir. Bu dava harca dahil bir dava olduğundan dolayı harcın davayı açılan taraf tarafından yatırılması gerekmektedir. Ancak davanın sonunda mahkeme avukatlık ücretlerini ve harç ücretlerini ortakların payları oranında paylaştırmaktadır. Bu davada kazanan veya kaybeden taraf olması söz konusu değildir. Bu yüzden harçların veya avukat vekalet ücretinin bir tarafa yöneltilmesi pek mümkün olmamaktadır.

Malların Paylaştırılma Biçimi

Pay sahipleri davanın başında dava konusu taşınır veya taşınmazın nasıl bölüşüleceğine karar vererek hâkime bu kararı bildirebilirler. Hâkim bu antlaşma doğrultusunda anlaşmanı gerçekleşmesini sağlayabilir. Eğer ortak kişiler aralarında anlaşma sağlayamazlar ise hâkim bu ortaklığın giderilmesini 2 şekilde sağlayabilir. Bunlar satış suretiyle ortaklığın giderilmesi veya aynen taksim yolu ile ortaklığın giderilmesidir. Söz konusu iki yolu da aşağıda inceleyeceğiz.

Malın Aynen Taksim Yolu ile Ortaklığın Giderilmesi

Ortaklığın giderilmesinde aynen taksim yolu seçilecekse, taraflardan sadece birinin başvuruda bulunması yeterlidir. Kanun gereği taraf kişilerden biri aynen taksim talebinde bulunur ise hakim ilk önce aynen taksim için mevcut şartların bulunup bulunmadığına bakmalıdır.

Aynen taksim için gereken şartlar şunlardır,

  1. Taşınmazın fiziksel niteliği gereğince aynen taksime uygun olup olmadığı yani davaya konu taşınmazın yüzölçümü, niteliği, kaç paya bölüneceği, arazinin niteliği, imar mevzuatına uygunluğunun kontrol edilmesi gerekmektedir.
  2. Eğer taşınmaz aynen taksim yolu ile bölündüğünde gereğinden fazla değer kaybına uğrayacak ise aynen taksim yapılmaz.
  3. Eğer aynen taksim mümkün ise bölünen payların birbiri ile aynı değere sahip olmaması durumunda, düşük değerli parçaya para eklenerek denge kurulması sağlanır.

Açık Arttırma/Pazarlık ve Malın Satılarak Ortaklığın Giderilmesi

Eğer aynen taksim yolu mevcut değil ise malın açık arttırma/pazarlık ve malın satılarak ortaklığın giderilmesine karar verilir. Satış işlemi mahkeme tarafından değil bizzat satış memuru yada icra dairesi vasıtası ile yapılır. Satış işlemi açık arttırma ile yapılmalıdır. Lakin ortaklar karar alarak söz konusu taşınmazın satışının kendi aralarında yapılmasını isteyebilir bu durumda satış işlemi yalnızca ortaklar arasında yapılmalıdır. Ancak bu seçeceğin oluşması için kararın oybirliği yani her ortağın kararının aynı olması gerekmektedir.